Düşündükçe çıldıracak gibi oluyorum: PKK dağdan inmeye başlamıştı, tarihî bir fırsat yakalamıştık, fakat silahlarını bırakıp evlerine dönen PKK’lıların Habur’da zafer işaretleri ve zılgıtlarla karşılanmalarına teessüf edip o fırsatı elimizin tersiyle ittik.
Ne saçma! Ne budalaca!
Teessüfümüze tüküreyim, o fırsat kaçırılır mıydı? Savaşın devam etmesi pahasına o süreç durdurulur muydu? Yüzlerce insanın kanı anlamsız bir teessüfe kurban edilir miydi? Olacak şey miydi bu? Vallahi oldu. Nasıl oldu, niye oldu, hangi akla hizmet oldu, hakikaten bir akıl var mıydı o işin içinde, anlamadım gitti.
Şimdi, basiretsizliğimizin ve ferasetsizliğimizin bedeli olarak akan onca kandan sonra, Habur’da kaçırdığımız fırsatın dönüp dolaşıp yine önümüze geldiğini görüyoruz. Rahmân ve Rahîm Allah aşkına, bu sefer dört elle sarılalım bu fırsata. Bu sefer barış imkânını lüzumsuz alınganlıklara kapılmadan -provokasyonlara da kapılmadan- sonuna kadar zorlayalım. Sonuna kadar. Gerçekten sonuna kadar. Kesinlikle sonuna kadar.
BDP heyetini Abdullah Öcalan’la görüştüren hükümet çok hayırlı bir iş yaptı. “Barış için kaybedecek bir günümüz dahî yok” diyen Abdullah Öcalan çok hayırlı bir söz söyledi. Başbakan’ın gayri resmi sözcüsü konumundaki Yalçın Akdoğan gazetemizde “Amaç nihai çözüm” başlığı altında çok hayırlı bir yazı yazdı. Çok hayırlı bir süreç başladı. Allah Teâlâ tamama erdirsin.
PKK/BDP çevrelerine demediğimizi bırakmadık, onlar da bize demediklerini bırakmadılar. Olan olmuş, söylenen söylenmiştir. Şimdi yeni şeyler yapıp söyleme zamanı. Herkes bağrına taş basacak, 30 yıldır akan kanı durdurmak için sabrı ve itidali kuşanacak, restleşmelerin yerini jestleşmeler alacak ve önümüzde yepyeni, bembeyaz bir sayfa açılacak inşaallah. Öyle olmalı. Gelin, öyle olmasını sağlamak için hepimiz elimizden geleni yapalım.
Selam.