Erbil’de dostlarla bir iftar edeyim dedim. Demez olaydım demeyeyim, güzel bir niyetti. Olmadı maalesef.
Sabahleyin Habur Sınır Kapısı’ndan arabayla Irak tarafına geçtim. Kürdistan Bölge Yönetimi memurlarından biri bir evrakın Arapça tercümesini istedi. Veremeyince geri döndüm. Döndüm diyorum ama dönemedim.
Habur Sınır Kapısı, 23Temmuz 2013, öğleye doğu. Silopi-Zaho arasında çalışan ticari araçlara kıl olan bürokratlarının emir ve talimatları gereği Türkiye kapısında saatlerdir sürüm sürüm süründürülüyorum. Aziz mübarek Ramazan günü yakıcı güneşin altında eritiliyorum. Birçok taksi dolmuş şoförü kardeşimle beraber. Çünkü kimseye ayrıcalık yok. Herkes potansiyel suçlu. Herkesin, ama herkesin arabası didik didik aranacak. Gümrük memurlarından birinin elinde sigara. Keyifli keyifli tüttürüyor...
Nihayet bana geliyor sıra. İşbaşındaki memurun sigara içmesini yadırgadığımı söylüyorum ve ufak bir tartışma çıkıyor. “Sen kimsin!”, “Yürü git işine!” diyorlar. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olduğumu belirtip, ahbap olmadıkları vatandaşlara sen değil siz diye hitap etmeleri gerektiğini, devlet ciddiyetinin böyle gerektirdiğini anlatıyorum. Ne yapacaklarını şaşırıyor, sonra hışımla “aç bagajını!” diyorlar. Zaten bakmış oldukları bagaja, güya burnumu sürtmek için bir daha bakıyorlar. Ucuz otorite gösterileri işte.
***
Neyse... Gümrük memurlarından sonra bir de polisle uğraşmak zorunda kalıyorum. “Çıkışta damga vurdurmamışsın” diyorlar. “Bir memura pasaportumu verdim, alıp kulübeye girdi, bir süre sonra kulübeden çıkıp pasaportumu iade etti. Herhalde gereğini yapmıştır diye düşündüm” diyorum. “Orası gümrüktü. Normalde polisin damgasını görmeden sizi geçirmemeleri gerekirdi” diyorlar. “Normalde pasaport polisinin yanından elimi kolumu sallayarak geçmem de olacak şey değil. Başka yerde olsa ya DUR diye bağırırlar ya da düdük filan çalarlar” diyorum. “Her sınır kapısının kendine mahsus uygulamaları olabilir” diyorlar. “Ben de zaten bütün işlemlerin tek yerde yapıldığını ve bunun bu kapıya mahsus güzel bir uygulama olduğunu sanmıştım” diyorum. “Yok” diyorlar. “Polise gidip pasaportunuzu ibraz edecektiniz. Polis nereden bilsin kimim gelip geçtiğini?”
Allah Allah! İsteğe bağlı kimlik kontrolü.... İstersen kontrolsüz geç... Gümrükçüler zaten gümrükle ilgili mevzulardan başka bir şeyle ilgilenmiyorlar... Kanun kaçakları için bire bir! Bagajında sorun yoksa, ver elini Meksika! O kadar sınır kapısı geçtim, böyle bir şeye ilk kez rastlıyorum. Netice: Ülkeden kayıtsız çıkış yapmak nedeniyle 375 lira ara para cezasına çarptırılıyorum! Gümrükte arabamla beraber çıkış kaydımın olmasına rağmen. Neymiş? Gümrük ayrı, polis ayrıymış. İyi de, benden evvel, önünden elini kolunu sallayarak adam geçebilen sınır polisinin hesap vermesi gerekmiyor mu? Ve polisin damgasını aramayan gümrükçülerin? “Sizin gibi çok var böyle” diyor bir polis memuru. “Hepsine aynı cezayı kesiyoruz.” Her gün böyle ‘düşüyormuş’ demek birileri. Dikkat çekmeyen, işlem yapmadan geçildiğinde ses etmeyen belli belirsiz bir polis kontrol noktası, damga yokluğunun iplenmediği bir gümrük kontrolü ve.... Gelsin 375 liralar. Şahane!
Koca bir hudut organizasyonu her tarafından dökülüyor. Bu tuhaf sistemle ve onun çarkında öğütülmüş adamlarla uğraşmaktan bitap düştüm. Biraz soluklanmak için bir kanepeye oturmuştum. Oturmuşken gazeteye yazı yazayım dedim. Bu rezaleti yazayım dedim. Şimdi kalkıp 375 lira cezamı ödeyeceğim. Ne acayip şey.
Ben neyse de, burada her gün sürüm sürüm süründürülen kamyonculara, dolmuşçulara vallahi yazık. Mülki amir “Buradan tek bir paket bile kaçak sigara geçmeyecek” diye gürlemiş. Dava o davaymış. Aman ne büyük dava! Koca Habur Sınır Kapısı, Irak Kürtleriyle entegrasyona açılan bir kapı gibi görüleceğine, kaçakçılıkla mücadelenin bir cephesinden ibaretmiş gibi görülerek mahvediliyor.
Herkesi didik arayacaklarsa gene arasınlar, ama bunun medeni bir yolu olmalı yahu. Milleti çöl sıcağında eritmeden de yapılabilmeli bu iş. Daha geniş bir alan, daha fazla personel... Ne bileyim işte.
Milleti Zaho’yla, Dohuk’la, Erbil’le içli dışlı olmaktan alıkoymak mı istiyorlar? Ekmeğinin peşindeki insanlar devletten yaka silksin mi istiyorlar? Yazıktır yahu!