Milliyet gazetesi gayri resmi İmralı tutanaklarını yayınlayınca ortalık karıştı. Çünkü tutanaklardaki Öcalan tablosu ile evvelinde çizilen Öcalan arasında büyük fark vardı. Kimi, sızdıranları eleştirdi diğer bir kısım ise sızmayı yayınlayan Milliyet’i. Başbakan Erdoğan Balıkesir konuşmasında “medya üzerinden karanlık bir operasyon” yapıldığını söyledi. Başbakan sürece hiç de yardımcı olmayan haber nedeniyle gazetecilere de çıkıştı, “eğer böyle gazetecilik yapacaksan, batsın senin gazeteciliğin” dedi.
“Tutanaklar Hürriyet’e, Cumhuriyet’e veya Vatan’a gelseydi yayınlarlar mıydı” derseniz, “Yüzde bin yayınlarlardı” derim. Çünkü bizde ülkesine ve insanına karşı sorumluluk duygusu haber yapımında en az paya sahip olan unsurlardan biridir. Haber atlatma şehveti ve sansasyon merakı medyamızın kılcal damarlarına kadar dolmuştur.
Başarı nedir?
Bunu söylerken haberinden dolayı Milliyet’i kınıyor değilim. Milliyet yaklaşık 3 yıl çalıştığım, muhabirlik yaptığım bir gazete. 20 yıl önce o gazetenin manşetlerinde benim de haberlerim vardı. O dönemde Derya Sazak Ankara Temsilcisi’ydi ve bizlere bir öğretmen edasıyla yaklaşırdı. Sazak yetenekli olduğu kadar ahlaklı ve sağduyulu bir gazetecidir. Bu nedenle eleştirilerin dozunun kaçırılmasını doğru bulmuyorum. Eğer Türk basını hastalıklarından arınacaksa Türk basınının Derya Sazak gibi gazetecilere ihtiyacı var. Ancak Namık Durukan imzasıyla yayımlanan tutanakları “Pulitzer ölçüsünde başarı” olarak görmem de mümkün değil. Birinin elinize tutuşturduğu belgeyi yayımlamak büyük bir gazetecilik başarısı değildir. Durukan’ın bundan çok daha başarılı haberleri vardı, ancak tutanaklar bunlardan biri değil. Belli bir niyetle elinize tutuşturulan kağıtları yayınlamanız benim anlayışıma göre gazetecilik başarısı değildir.
Sansasyon şehveti
Başarı mıydı, sorumsuzluk muydu tartışmaları daha çok sürer. Ancak terörle mücadele konusunda Türk basınının asıl sorunu sansasyon yaratma şehvetinde yatıyor. Türk medyası haber ile dikkat çekme arasındaki farkı sık sık karıştırıyor. Haberciliği sadece ‘köpeği ısıran adam’ sanan pek çok kişi var. Oysa ki bu tür durumlara her sirkte rastlarsınız. Hal böyle olunca haber magazinleşiyor, habercilik sadece insanları şaşkına çevirmek sanılıyor.
Bu anlayışın ciddi meselelerdeki sonucu ise bir hayli ölümcül oluyor. Örneğin PKK terörü ile mücadelede medyanın rolü genelde terörün sesi-soluğu olmak şeklinde gerçekleşmiştir. Türkiye dışarıda PKK’nın televizyon kanalını kapattırmaya çalışırken, Türk televizyonlarının çoğunluğu Roj TV’den çok daha etkili bir şekilde terör propagandası yapmıştır. Bugün medyada hükümet partisinden sonra en çok yer alan parti belki de BDP’dir. BDP’li vekillerin, özellikle kışkırtıcı açıklamaları ekranlarda ve gazetelerde defalarca verilmektedir.
Medyanın sansasyon ve kışkırtma merakı İmralı görüşmelerini de tehlikeye atabilecek bir boyuttadır. K. İrlanda görüşmelerini başarı ile tamamlayan İngiltere’de medyaya yakından baktığımızda süreç boyunca IRA ve Sinn Fein haberlerinin inanılmaz düzeyde düşük kaldığını, özellikle kışkırtıcı haberlerin verilmediğini görürüz. BBC, SKY ve ITV gibi çok izlenen kanallar haberlerinde IRA sempatizanı kişi ve kurumlara çoğu kez yer bile vermemişlerdir. Bu dönemde adeta görünmez bir akıl tüm İngiliz basınında haberlere yön vermiştir.
Basın özgürlüğü kutsaldır, ancak insan canı ve ülkenin güvenliği de kutsaldır. Habercilik adı altında terör örgütlerinin ve şiddetin propagandasının yapılması kabul edilemez. Basın, bu aklı Batı Avrupa örneğinde olduğu gibi kendisi bulamaz ise bunun cezasını tüm toplum çeker.