İnsanın kendi memleketini anlatması kolay iş değildir.
Memleket çok yakından bakınca daha iyi görülecek diye bir kaide mi var? Bir memleketi anlatmanın günümüzde de pek bir moda olan üslubu kişinin kendi hikâyesiyle harmanlayarak memleketini anlatmasıdır.
Bu üslubu benimseyen ve memleketini soyadı gibi “Güzel” anlatan bir kitap paylaşmak istedim bu hafta sizlerle.
Anlatılan yer Erzurum, anlatan ise Erdal Güzel;
Erdal Güzel eczacı ama aldığım malumata göre eczacılık dışında kültür sanat namına yapılan her için içinde yer almak, hayır işlerinde başı çekmek gibi soyadına yaraşır işlerle meşgul imiş. Ve “Ben partiler üstüyüm” diyerek durduğu yeri tarif edermiş. Güzel, hatıralarına sahip çıkan onları birer emanet bilinciyle saklayan bir insan. Bizim de köşemizin adı malum, hatıralara sahip çıkmanın muteber bir iş olduğunu düşünüyoruz. Bu yönüyle ne mutlu Erdal Güzel’e...
Erzurum’a her zaman bir yakınlık hissetmişimdir. Belki muhterem pederim fakülte hayatına orada başladığı içindir bilmiyorum uzaktan severim Erzurum’u.
Erzurum anlatılır da kış anlatılmazsa tablo eksik olur. Kitapta da Erzurum kışından epeyce sahne anlatılmış. Ben en çok tahta kürekle plaka teslimi arabaların karını temizleyenlere güldüm. “Aferin” dedim onlara. Girişimcilik kurslarına gidenler dönüp bu tarafa baksınlar bir kere de...Kar yağmış arabaların üstünde bir batman kar birikmiş. İşte tahta kürekli girişimciler imdada yetişir ve plakasını verdiğiniz arabayı bulur temizler size yirmi lira karşılığında teslim edermiş...
Kış memleketinde büyümüş olanlar sobalı evleri, o evlerin geceleri sarıp sarmalayan masallarını ve o masalları anlatan nine ve dedeleri pek iyi bilirler. Ve o masallara göre eskiden devler yaşarmış Erzurum’da ve o devlere göre imiş bu kadar kış...
Sokak aralarında kızak kayan, üşüyünce evde soba yanına kediler gibi pısan ve orada uyuyup kalan çocukların uykularına misafir oluyorsunuz kitapta.
Kitapta kış anlatılırken atlara ayrı bir yer verilmesi ve yazarın atlara hiç kıyamaması çok etkiledi beni. Nedense ben de atlara kıyamam ,onların çektikleri daha çok tesir eder bana. Bu hissiyatımın paylaşılmasından pek etkilendim doğrusu.
Ve tabi ki çay!
Erzurum anlatılır da çay anlatılmaz mı? Kitaptan öğrendiğimize göre Erzurum da çay açık ve limonlu içilirmiş. Benim aklımda nereden kalmışsa hep demli çay içildiğini düşünürdüm Erzurum’da ama öyle değilmiş öğrendik. Ve o çayın şekerini “takatuka” ve “şeker makasları” ile hazırlayıp kıtlama olarak içiyorsunuz.
Sonra tren ve istasyon Erzurum tablosunda yerini alıyor. İstasyonun lokali, postahanesi, düğün salonu ile şimdi uyduruk Türkçe’de “donatı” dedikleri müştemilatı ile bir hayat merkezi, bir tenezzüh mekanı olduğunu anlıyorsunuz. Trenle alakalı hemen hepsi de yaşanmış ne çok ayrıntı var kitapta.
Erzurum’da cirit yaygındır eyvallah da güreş ve boksun da yaygın olduğunu bildik ve belledik. Şehirdeki bu spor tutkusu üniversitelerarası Kış Oyunları’nın Erzurum’da yapılmasına vesile olmuş diyebiliriz. Bu oyunların nasıl Erzurum’a kazandırıldığı başlı başına film olacak kadar heyecanlı bir hikâye.
“Palandöken” adı nereden gelir azıcık bahsedelim ve yazımızı nihayete erdirelim. Palandöken Dağı dik olduğundan hayvanın sırtındaki semer, palan ne varsa döküp devirdiğinden “Palandöken” denilirmiş başı dumanlı bu güzel dağa...
Erzurum deyince muhterem Ezel Erverdi’yi sağlık ve uzun ömür dileğiyle anarak ve merhum Nurettin Topçu ve Orhan Okay’a rahmet dileyip Erdal Güzel’e de teşekkür ederek bitirelim yazımızı.
Sağlıcakla kalınız...