Hayır, kalmadı! Dün akşam seyrettiğim dizi filmden sonra, çok sarsıcı bir şekilde hissettim yukarıdaki başlığı... Bir psikiyatri kliniğinde geçiyor film, senaryo, gerçek hayatta psikiyatr olan bir hanımın kitabından uyarlanmış. Psikiyatr hanımın okur çevresiyle Ankara’da karşılaştım, yüksek eğitimli, kırk yaş üstü, olayları farkında, bilinçli ve okumayı çok seven hanımlardı tanıştıklarım. Şu anda televizyonlarda üç büyük dizinin senaryosu da bahsettiğim yazarın kitaplarından yola çıkılarak yazılmış...
Filmlerin alt parantezinde ‘’gerçek hayat hikayelerinden alınmıştır’’ gibi bir ibare olunca, zannederim seyirciyi yakalama dozajı da artıyor, dizilere bir ‘’reality show’’ tadı veriliyor. Lakin hatası şu ki; bir psikiyatr için patolojik bakımdan rutin ve irkiltici olmayacak pek çok şey, hiç bir psikiyatrik eğitim almamış sıradan insanın, başından aşağı boca ediliyor... Üvey oğluna aşık bir annenin hikayesi bir hekim için kendisine danışmaya gelmiş bir hastanın hikayesi olabilir ve o hekim, bu olayla ilgili çözümlemeyi yaparken profesyonel mesafesini muhakkak kuracaktır. Ama toplum için şok mahiyetindeki bu hikaye, çok izlenen bir televizyon dizisi aracılığıyla anlatılınca büyük tahribatlara yol açar... Mecelle’de bahsedilen ‘’şuyuu, vukuundan beter’’dir ilkesi geliyor akıllara, duyulması, yaygınlaşması, işlenen suçtan daha da tehlikeli durumlar için kullanılır. Dizide anlatılan mevzu tam da bu cinsten... Oysa bundan en büyük darbeyi ise yine kadınlar ve çocuklar alır. Zira dizide sürekli namaz kılan, mevlit okuyan bir kadının yaşadığı bir çıkmazdır bu, yani toplumun her katmanında rastlayabileceğimiz, güvenebileceğimiz, komşumuz, akrabamız olabilecek bir kadındır bunu yaşayan...
‘’Üvey Anne’’ bizim edebiyat ve sinemamızda zaten çok belalı bir karakterdir. Biz kulaklarımıza fısıldanarak bugünlere kadar gelmiş bu kalıplaşmış öğretiyle büyüdüğümüz içindir belki de, bizde koruyucu aile olma fikri, evlat edinme gayreti Batılı ülkelerdeki kadar yaygın değildir söz gelimi. Bu kadar ağır bir yük ve ön yargı yetmezmiş gibi, şimdi bir de dizi filmlere konu edinilen bu durum, açıkça söylemek gerekirse, toplumun sinirleriyle oynuyor...
Psikiyatristlere yönelmesi gerektiği halde çekinceler taşıyan insanlar için de ibretlik bir iş! Bugün psikiyatri hekimine gidersen ve derdini anlatırsan, yarın bir dizi filmin konusu olabilirsin... Feci bir güvensizlik abidesi diker böylesi diziler şehir meydanlarına, toplumsal vicdanı örseler, insanın insana olan güven ihtiyacını dinamitler...
Tıp etiği, mahremiyeti sonuna kadar korur... Peki bazı hekimler niçin korumaz? Kendilerine güvenerek kalplerini açan, ruh perdelerini aralayan danışanlarına niçin reyting getirici parlak bir av olarak bakarlar? Parlak bir av... Ne acı!
***‘’Homo lipus homo’’, diyerek insanın ancak diğer insanın kurdu olmakla yaşam sürebileceğini iddia edenlere karşı çıkarak geldik bugünlere... İnsanın insana ancak ‘’veli’’ olabileceğini, insanla insan arasındaki en saygın ilişkinin velayet ve güven olabileceğini yazıp çizdik. Daha resul olmadan evvel, ‘’El Emin’’ dedikleri bir aziz Peygamberin (sav) ümmetiydik.
Oysa halimiz çok feci! Bir arkadaşımızın kimseye açıp da paylaşamadığı derdini ancak o intihar ettikten sonra öğrenme çabasına giriyorsak, biz, cidden fesada uğramış kişilerden oluruz...
Psikiyatri odasında doktorumuzla konuştuklarımızın yarın bir çok satan kitabın sayfalarına düşmesi veya reyting rekoru kıran bir dizide konu edilmesi, bizi ne kadar yıkarsa...
Güven, mahremiyet ve emanet bilincinin büyük saldırı altında olduğunu söylemek zorundayız... Müslüman elinden ve dilinden emin olunan kişidir...