İkinci Dünya Harbini takip eden yıllarda Amerika ile ilişkilerimiz gittikçe gelişiyordu. NATO bu sıralarda hayata geçti. Bazı yardım programlarına da dâhil edildi Türkiye. Komünizm tehlikesi bahanesiyle başka alanlarda da işbirliği gelişti. Amerikan malları her yerde aranır hale geldi. Avrupa ve Japonya ikinci dünya harbinin getirdiği yıkımlarla uğraşırken Amerika’nın dünyada her alanda öne çıkması kolaylaştı. Türkiye’de demokrasi yolundaki ilk adımları bu sıralarda atmak zorunda kaldı dönemin tek parti iktidarı. Okullarımızdaki Amerikan yardımı süt tozu ve benzeri gıda adımları da o dönemin arkasından geldi. Öyle bir algı yaratılmıştı ki Amerika artık bizim can dostumuzdu sanki. Halk bu yakınlığı harika bir deyimle özetlemişti: "Bizim gâvur". Artık Amerika ve Amerikalılar “bizim gâvur” idi. Bu ifade hem bir yakınlığı hem de bir ihtiyat payını dile getiriyordu.
O tarihlerden bugüne Türkiye’nin “bizim gâvur” ile ilişkileri aynı yakınlıkta cereyan etmese de sürekliliğini korudu. 1960’ların sonundaki itiraz dalgasını biliyoruz. 27 Mayıs dahil bütün darbelerde onların payı olduğuna dair bir kanaat ver hepimizde. Aslında gelmek istediğim nokta İslam dünyasının dağınıklığı. Son olarak IŞİD belasıyla mücadele işi de Amerika'ya bırakılmış vaziyette. Daha önce Bosna’da varlardı. Sonra Saddam belasıyla uğraşmak da onlara terk edilmişti. Kendi içinde toparlanamayan İslam Dünyası, Amerika’yı ikinci defa kadim toprakları bombalamaya davet etmiş oldu. Türkiye’nin mezhebe dayalı yönetim anlayışına itirazını kulak ardı edenler İslam dünyasının potansiyelinin yok edilmesine çanak tutmuş olmadılar mı? Ne demeli bilmem, Osmanlı’nın âhı tuttu desem, içime sinmez.
İzmir’de tedavileri yapılan Gazze gazilerini ziyaret ettim bu hafta. Yukarıdaki satırları o acıyla yazdım. Şimdi Kurban Bayramı geliyor. Söyleyin, Allah aşkına, İslam dünyasının bu bayramı kutlamaya hakkı var mı? Çare ne diyeceksiniz, biliyorum.
Nerede nasıl bir hadiseler zincirinin zuhur edeceğini bilemeyiz, toparlanmaya ne sebep olur bugünden kestiremeyiz. Fakat Türkiye’ye düşen büyük bir sorumluluk var. Tarih, coğrafya, ortak değerler ve bunlara benzer bir sürü faktör bizi bazı şeylere mecbur ediyor. Güçlü bir Türkiye şart toparlanmak için. Bunun için de demokrasi ve hukuk standartlarımızı yükseltmek zorundayız.
İslam dünyasının içinde yüzdüğü sorunları irdeleyen taze bir kitap var masamda. "Temptations of Power". Bildiğim kadarıyla henüz Türkçeye çevrilmedi. Yazarı bir Müslüman, Shadi Hamid. Mustafa Akyol, "Güç Ayartmaları" diye çevirmiş kitabın adını. "Gücün İğvâsı" veya "Gücün Baştan Çıkarıcı Etkisi" diye de söyleyebiliriz. Otoriter rejimlere ilişkin ilginç tespitler var bu Kitapta. Henüz tamamını okuyup bitirmediğim için detaylara girmeyeceğim. Kitap Tunus ve Mısır, özellikle Müslüman Kardeşler üzerinde yoğunlaşıyor. Türkiye yok Kitapta. Şu ilginç tespiti aktararak İslam Dünyasının karşı karşıya olduğu bir soruna parmak basmış olalım. "Bundan sonra İslam ülkelerindeki rekabet İslamcılarla liberaller arasında değil İslamcı grupların kendi aralarında cereyan edecektir." Biz rekabetin yapıcı mı yıkıcı mı olacağına odaklanabiliriz. Bölgemizde cereyan eden olaylara bu gözle bakmak doğru olur mu, bilmiyorum, şimdiden bir şey söylemek için erken sanırım.
Bir aralar Avrupa Birliğine bakışımız da "bizim gâvur" sempatisine sahipti. Şimdi o noktada değiliz. Amerika ile AB arasındaki Serbest Ticaret Anlaşmasına ilişkin görüşmeler sürüyor. Bu konu Türkiye'yi çok yakından ilgilendiriyor. AB ile yaptığımız Gümrük Birliği Anlaşmasına göre AB'nin üçüncü ülkelerle yaptığı anlaşma Türkiye'yi bağlıyor. Bu durumda çok büyük problemlerle karşılaşacağımız ortada. Geçen hafta Ege Serbest Bölgesinde düzenlenen: “Yeni Dönemde Türkiye-Amerika-Avrupa Birliği Perspektifi: Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı; Fırsatlar ve Riskler” adlı toplantının açılışına katıldım. Türkiye bir yandan AB ile bu konudaki görüşmeleri sürdürürken diğer yandan Amerika ile bir STA tesis etmek için uğraşıyor. Gümrük Birliği bizim için sürdürülebilir olmaktan çıkar mı? Buna ABD ile AB arasındaki STA’nın alacağı şekli gördükten sonra karar verilebilir.
Türkiye ve İslam dünyası ne çok ve çeşitli problemlerle karşı karşıya… Eh, büyük ülkelerin büyük problemleri olur diyerek teselli arayalım. O nihavent şarkıda söylediği gibi “Titrerim mücrim gibi baktıkça istikbalime” dememek için bugünden başlayarak yapılması gerekenler olduğunu hatırlamalıyız.