Evet, ne demiş Şâir “Sayfiye” adlı şeyinde?
“Sonbahar bulutlarının taftası
Bu sabah vakti ilk kez hışırdadı.
Özürlü aşk ızdırabları haftası...
Bilâhare komşu balkonlarda
Kahkahalar enikonu yavaşladı.
Şaşılar körlere yol gösteriyor.
Anneler kızlarını azarlamaya başladı.
Gâlibâ yaz artık sona eriyor.”
***
Yazın sona ermeye başladığına en kuvvetli delillerden biri, Hazîran ortalarına doğru “inceleme” gezilerine çıkan zevât-ı muhteremenin Eylül ortalarına doğru artık yavaş yavaş Ankara’ya dönmesidir.
Bu tabii Türkiye’ye has bir özellik.
Öte yandan bu yazın çok sıcak geçeceği yolundaki kehânetlerin pek tutmadığını da görüyoruz. Gerçi Sûriye’de, Mısır’da şöyle hafif tertib yüreğimizi hoplatan kıpırtılar vukû bulmadı değil ama korkduklarımızın en kötüsü de başımıza gelmedi. Yâni gerçek anlamıyla bir savaş patlak vermedi.
Ancak bu ihtimâl hâlâ devâm ediyor.
Daha fenâsı ben bu sonbahârın “çok sıcak” geçeceğinden endîşeliyim.
Bakınız, Amerikan Dışişleri Bakanı John Kerry, bugün, yâni siz okuyucularıma göre dün (Pazartesi) Londra’da, İngiliz Mevkîdaşı William Hague ile birlikde Sûriye Devlet Başkanı Enver el Esad’a bir hafta içinde elindeki “bütün kimyâsal silahları” ABD’ye teslîm etmesi ültimatomunu verdi. Aksi takdirde Amerika Sûriye’yi hava bombardımanlarıyla hallaç pamuğu gibi atacak. Ancak Sûriye’de “askerî bir çözüm” olamayacağını eklemeyi de ihmâl etmedi. Demek ki çözüm müzâkere vasıtasıyla olacak.
Sûriye’deki kimyâsal silahlar, kardeşi Mâhir el Esad’ın kumandasında.
Fakat iki kardeşin de bu ültimatoma direneceği gün gibi âşikâr, zîrâ buna boyun eğmek demek, Amerika’ya teslîm olmak demek.
Bu şartlar altında çok yakın bir gelecekde Sûriye’ye karşı Amerikan hava taarruzunun başlamasına muhakkak nazarıyla bakılabilir.
Peki, amaç, nihâî amaç ne?
Benim tahmînim İsrâil’in elini rahatlatmak! Çünki kimyâsal silahlardan mahrum bir Sûriye demek, bütün bölgede kimyâsal silahlara sâhib tek ülke olarak İsrâil’in kalması demek. O zaman da İsrâil rahatça İran’a taarruz ederek Mollalar Devleti’ni temelinden sarsacak!
Bu arada Sûriye’de bir “ara hükûmet” emirerliği görevini îfâ edecek. Hattâ Esad yerinde kalsa dahî olur. İran dizleri üzerine çökertildikden sonra ise bütün Önasya’da İsrâil’e, dolayısıyla Amerika’ya muârız tek ülke bile kalmıyor.
Nasıl bu senaryo?
Bu yazımı kesip saklayabilir ve serin güz akşamları şöminenin karşısındaki koltuğunuza oturarak bir yandan konyağınızı yudumlayıp bir yandan da tekrar telezzüz edebilirsiniz!
O ara bahçedeki ulu çınar ağacına tünemiş olan bir baykuş da üç kere öter ve siz ürperirsiniz.
(Tam burasında Asistanım Serge bu sahneyi tek kamerayla mı yoksa iki kamerayla mı çekeceğimizi sorarak keyfimi kaçırır. Ben tam gazlamış giderken...)
Latîfe bertaraf, ben çok sıcak bir sonbahar derken ciddîyim.
Tedirginliğim bu gelişmelerin Türkiye’yi de ister istemez kendi girdabı içine çekme tehlikesinden kaynaklanıyor. Çünki buna bir ihtimâl değil bir kesinlik gözüyle bakıyorum.
Şahsen öyle her şeye rağmen barış diyen safderunlardan değilim. Savaşın bâzen kaçınılmaz olduğunu ve yine bâzen barışdan daha ucuza mâlolduğunu da bilirim. Ama bizzat Türkiye’nin başlatmadığı savaşlardan da miğdem bulanır.
İllâ savaş olacaksa onun ne zaman ve nasıl başlayacağına Türkiye’nin karar vermesini isterim.
Araya güncel bir başka konu girmezse bu savaşın Türkiye bakımından muhtemel netîcelerini de inşaallâhü taâlâ gelecek sefere.