Cumhurbaşkanı Gül’ün sabah akşam Çankaya bahsinin konuşulduğu bir ortamda “Siyasi planım yok” demesi doğabilecek muhtemel gerilimlerin büyük çoğunluğunu bir kalemde silip attı. Daha açık ifadeyle “siyasal fitne” kapısını kapattı. Gül’ün kalitesine, tarzına ve tavrına yaraşır bir çıkış olmuştur. Böyle yapmakla siyasi açıdan değersizleşmiş olmadı, bilakis daha da büyüdü...
Gül, temel meselenin ne olduğunu en iyi bilen kişilerden birisi olarak; içinden geçilmekte olan karar sürecinden geride hasar, kırgınlık ve belirsizlik kalmamasına özen gösteriyor. Sonuçta, AK Parti’nin kurucusu, ilk başbakanı ve bütün kritik dönemlerde önemli rol oynayan değerli bir aktörüdür. Partinin, daha geniş tanımıyla hareketin ve davanın böylesine değişim noktalarında zayıflaması ve güç kaybetmesine yol açmamanın her şeyden daha önemli olduğunu bilecek kadar sorumluluk sahibidir.
ANAP’laşma temennisi
Malum... En başından beri AK Parti’nin kaderinin ANAP gibi olacağını dair tahmin ve beklentiler vardı. ANAP gibi iki seçim aldıktan sonra gerilemeye başlayacağı ve ardından da Cumhurbaşkanlığı seçimleri eşiğinde de partinin kamplaşarak küçüleceği hesaplanıyordu. Hem muhalefet hem de medya ANAP metaforuna o kadar güvendi ki başka bir şey yapmaya gerek duyulmaksızın AK Parti’nin kendi kendine erimesini umut ederek seneler geçirdi.
İlk eşik 2007’deki Cumhurbaşkanlığı seçimiydi... 367 skandalına kadar varan büyük bir sistem geriliminin gölgesinde yaşanan seçimler, AK Parti’ye zarar vermek şöyle dursun güçlendirdi. Erdoğan, yolun başında basit bir hamleyle Gül’ü aday göstererek hem planları bozdu hem de maksimum siyasi faydayı elde etmeyi başardı. O gün hem yakışan, hem de siyasi fayda içeren tercih Gül’ün Çankaya’ya çıkmasında yatıyordu. Öyle de oldu...
Bugün ise, zamanın ruhu Erdoğan odaklı bir siyaseti dünden daha fazla kaçınılmaz kılıyor. Üzerinde sorumluluklar var. En başta geleneksel siyasal paylaşımı adaletli hale getirmek; yani muhafazakar-dindar kitlelerin sistemden hak ettikleri payı almaları gerçeğini kurumsallaştırmak gibi ağır bir sorumluluk var. Buna ilaveten, 2023 vizyonu içinde Kürt sorununun çözümünden, paralel yapının tasfiyesine kadar her biri çok ağır ve önemli süreçler bulunmaktadır. Erdoğan’ın riyaseti olmaksızın bu süreçlerin üstesinden gelebilmek mümkün değildir. Zira, seçmen teker teker bu sorunların çözümü için Erdoğan’a yetki vermiş ve sorumluluk yüklemiştir. Erdoğan da gayet tabii ki bunun farkında. Kendisinin en güçlü potansiyel aday olduğu Cumhurbaşkanlığı’na artık alenen “başkanlık makamı” olarak tanımlamasının sebebi de budur. Seçimin hemen ardından çıkacağı Çankaya’yı sorumluluktan kurtulma yeri olarak görmek gibi bir yolu seçebilmesi mümkün olmadığına göre, o makamı sorumluluklarına uygun bir şekilde dizayn etmekten başka yolu yoktur.
Son açıklamasından anlaşıldığı kadarıyla Gül de bu dizayn arzusunu analiz ediyor ve görüyor. Böyle bir analizin üzerine siyasi plan yapılmasının doğru olmayacağını da...
Böylelikle, yeni bir ANAP’laşma riskini de eski Türkiye’den Yeni Türkiye’ye miras kalan sorunların çözüm perspektifine sekte vurmak ihtimalini de aynı anda ortadan kaldırıyor.
O görüşmeyi daha az merak edeceğiz
Açıklaması, siyasi taahhütte bulunan ve aynı zamanda siyasi riski üstlenmiş olan Erdoğan’ın tasarımına saygısını ifade etmektedir.
Yine de merak içinde olanlara duyuralım... Kütahya açıklamasından sonra Gül ile Erdoğan arasında yapılacak “Cumhurbaşkanlığı seçimi” temalı görüşmenin büyük bir bölümü hallolmuştur. Yüksek seviyeli komplolara enerji harcamanın ve bilhassa da ikisi arasında bir kavga çıkar umuduna sarılmanın artık hiç lüzumu kalmamıştır.