Bunca fırtınadan sonra, Fethullah Gülen Hocaefendi’nin BBC’ye verdiği mülakatta ‘bu fırtınaların dineceğine inancımı hiç kaybetmedim’ diyerek hayra yorumlanabilecek bir cümle kurması, bazılarında tedirginlik yaratmış gibi görünüyor.
Ne de olsa Gülen’den bekledikleri bu değildi çünkü. Yazıp duruyorlardı, seçimlere doğru bu kavga daha da şiddetlenecek diye.
Ne de olsa, Başbakan Erdoğan ve hükümetine karşı mücadelede, umutlarını bu kavgaya ve bu kavganın şiddetine bağlamışlardı.
Kürtler’i kandıramıyorlar artık. Gezi’den Rojava’ya ve Amed’e yoldaşça selamlar yolladılar. Hiç fayda etmedi. Kürtler o sahte selamlara inanmadıkları gibi, 17 Aralık’ın yolsuzlukların hesabını sormaktan ibaret bir operasyon olduğuna da inanmadılar.
Elde var cemaat ve hükümet kavgası.
Şimdi de, bu kavganın sürmesi için çabalayıp duruyorlar.
PKK’ye bir zamanlar ve hala da savaşmaktan başka çareniz yok diyenlerle, cemaate dönüp savaşmaktan başka çareniz yok diyenler aynı çevreler!
Bir zamanlar PKK liderlerinin ‘ruh haliyle’ alakalı analizler yapıyorlardı. Şimdi de Hocaefendi hayra yorumlanabilecek bir iki kelam edince, bu defa da onun ruh analizini yapmaya başladılar.
Geçmişte PKK liderlerinin ruh analizini yapıyor, PKK’nin ilelebet savaşacağını, savaşmaktan başka çaresinin olmadığını ispat etmeye çalışıyorlardı. 21 Mart Diyarbakır Newrozunda okunan mektup, bu zevatın psikolojik uzmanlıklarını ve ruhsal çözümlemelerini yerle bir etti. Beş para etmez siyasal analizlerine One Minute dedi adeta.
O mektup, büyük acılar yaşamış kadim bir halk için büyük bir umut, ama bu halkı savaş içinde tutmaktan başka marifeti olmayanlar için de derin bir hayal kırıklığı oldu.
Gazeteci demeye dilim varmıyor, kusura bakmasınlar, bu psikolojik harp uzmanlarının her biri bir zamanlar birer Cemil Bayık, birer Murat Karayılan ve birer Abdullah Öcalan uzmanıydı!.
Kıblesini bugünlerde iyice şaşırmış-duyduğuma göre son marifeti cemaat ve PKK’yi saflara çekmek için girişimlerde bulunmakmış!- şu etki ajanının demesiyle ifade edecek olursak, ‘Kürt mahallesinin gülleriydiler.’
O güller koktu, o güller çürüdü, şimdi bu kokuşmuşluğu ve çürümüşlüğü cemaatin içine taşımaya çalışıyorlar..
Kürt mahallesinin gülleri (!) PKK liderlerinin barış için söyledikleri her şeyi görünmez kılmak için uğraşıp duruyorlardı.
Şimdi de hükümet ve cemaat arasında sulh olmasın diye uğraşıp duruyorlar.
Tabi ki bu uğraşlarını epey kolaylaştıran işler yapılmıyor değil.
Hükümeti destekleyenler arasında, sulhun zamanının geldiğine inanmayanlar olduğu gibi, cemaat içinde de bu kavgayı daha ileri safhalara taşımak isteyenler, dini referanslı bir sivil toplum örgütünün halkın sahiplendiği bir lideri ve hükümeti yenebileceğine inananlar var.
Cemaat ya da hizmet bu topraklarda gelişti, büyüdü ve bu topraklardan dünyaya yayıldı.
Tıpkı PKK’nin ilk toplantısının Çubuk’ta yapılmış olması gibi.
İki önemli gücün ikisinin de kökleri bu topraklardadır. Türkiyeli’dirler. Biri şiddete inandı, öbürü şiddete inanmadığı gibi her zaman şiddete karşı oldu. Her iki gücün de kendi tarihlerinde uluslararası güçlere önem verdikleri, bu güçlerin varlığını, Türkiye’nin gücünün ve siyasi şartlarının önüne koydukları zamanlar oldu.
PKK’nin yüzünü Türkiye’den ziyade Ortadoğu’ya ve Ortadoğu’daki aktörlere döndüğü ve bu aktörlere itibar ettiği zamanlar, siyasi bakımdan hep kaybettiği zamanlar oldu.
Ve nihayet, çözüm süreci PKK ve Öcalan’ın yüzünü Türkiye’ye döndüğü şartlarda mümkün olabildi.
Devletler için, devlete karşı savaşmış bir örgütün tanınması, işin en zor yanıdır. Ama böyle bir örgütün silahlara veda etmesi de kolay değildir. Devlet PKK ve Liderini muhatap kabul etti ve PKK’de silahlara veda edebileceğini gösterdi. Bu yepyeni durumun, içerde sırf Erdoğan’ a duydukları nefretle çatışmanın devam etmesini isteyenleri ve Kürt sorunuyla alakalı uluslararası güçleri memnun etmediğini biliyoruz.
Aynı siyasi hikayenin bu defa da, cemaat-hükümet arasındaki kavgada uzlaşmayla sonuçlanması kim ne derse desin mukadderdir.
Hizmet hareketinin veda edeceği silahları yok; devlet açısından bir tanınma ve meşru görülme sorunu da yok. Başbakan’ın, 17 Aralık’ı yorumlarken, ‘dost darbe’ demesi bile, hizmet hareketinin geçmişte nasıl göründüğüne ilişkin sitem dolu bir izahtır aslında.
O halde hizmete düşen şudur: Bir sivil toplum örgütü olmanın gerektirdiği ölçülerde siyasal alanın dışına çekilmek. Hükümete düşen ise, yasamanın yani milli iradenin hakkını korumak, ama bunu yaparken, bütün dünyada ‘şimdi de İslami KCK davaları başlıyor gibi’ anlaşılacak girişim ve soruşturmalardan kaçınmak.
Elli bin can almış ve otuz yıl sürmüş bir savaşın sonu uzlaşmayla bitiyorsa, hizmet-hükümet çatışması da uzlaşmayla bitmeye mahkumdur. Hem de birincisine göre daha kolay bir uzlaşma.. Müzakereyi ve muhasebeyi bırakalım her iki hareketin birbiriyle iç içe geçmiş tabanları yani halk yapsın. Halkın kendi içindeki muhasebeden ve müzakereden, çıkacak sonuca da hem hükümet hem hizmet hareketi razı olsun.