Gülen Cemaati’ni artık tanıyamıyorum.
Sadece ben değil, uzunca bir zamandır bu yapıya hüsnü nazarla bakan geniş bir toplum kesimi de aynı düşüncede.
Onlar da “Cemaati artık tanıyamıyoruz” diyorlar.
Ahmet Taşgetiren Star gazetesindeki köşesinde bunu anlatabilmek için adeta çırpınıyor.
“Cemaate gönül veren insanların sırtına bu yükü yüklemeyin” diye sesleniyor, Cemaatin üst kadrolarına.
Başbakan da benzer bir kaygıyla Cemaate gönül vermiş, Allah rızası için çalışmış insanları ayrıştırıyor.
Bence de olması gereken bu.
Fakat son tahlilde dışarıdan bakanlar için Cemaat ve paralel yapı arasındaki çizgi çok da net çizilemiyor. Çünkü Cemaat medyası 17 Aralık sürecinde, tıptı 7 Şubat’ta olduğu gibi cepheden yekvücut olarak sürecin arkasında duruyor.
Sadece yolsuzluk diyor, başka da bir şey demiyor.
Toplumun kahir ekseriyeti ise “yolsuzluk da vardır ama hükümeti siyaset dışı operasyonlarla indirmek isteyen bir irade var” diyor, “ondan ne haber” diye sorguluyor.
Toplum durumu böyle teşhis ediyor.
Ve Cemaat’in neden bu şekilde davrandığını bir türlü anlayamıyor.
Doğrusu Cemaat adına çıkıp konuşanlar da pek ikna edici değil.
Haşhaşi benzetmesi evet, Cemaat’in bağlılarını incitti. Ama Başbakan’ı Sisi’yle, Esed’le kıyaslamak, onun karizmatik otoritesinden mülhem dik duruşuna diktatör yakıştırması yapmak toplum nazarında “saçma” bulunuyor.
İncinmek bir kenara, saçma bulunuyorsanız sözünüzün ağırlığı kalmaz. Artık kapalı devre bir propaganda aracına dönüşürsünüz.
Ölümüne muhalefet
CHP ve MHP de aynı söylemi benimsiyor.
Erdoğan’ın diktatör olduğuna kendilerini ikna etmek için “hukuk askıya alındı, internete sansür uygulanıyor” gibi gerçekliği olmayan bir muhalefet biçimine savruluyorlar.
Bu “ölümüne muhalefet” şekli hali hazırda AK Parti ve Erdoğan’a yarayışlı bir şey.
Rasyonel olmayan her söylem muarızının hanesine artı puan olarak yazılır çünkü.
Rasyonel olmanın birincil şartı ise tutarlılıktır.
Cemaat’in ve 17 Aralık sürecinin ne pahasına yürürlüğe konduğunu anlamak için tipik bir tutarsızlık örneği verelim.
Durumun ne denli vahim olduğunu anlamak için bu örnek yeterlidir.
Hatırlayacaksınız, 7 Şubat’ta ortalığa saçılan şey aynı zamanda Cemaatin çözüm sürecinin karşısında olduğuydu. Oslo görüşmelerinin sızması ve Hakan Fidan’ın bu çerçevede ifadeye çağrılması çözüm sürecini yürüten siyasi iradeyi çökertme hamlesiydi.
KCK operasyonlarındaki abartı ve kamuoyuna servis edilen infial yaratıcı görüntüler vs... Bu neviden daha pek çok küçük büyük hadise sıralanabilir.
Kürt sorunu ve terörün halli konusunda müzakereci tutum sergileyen isimler hakkında yapılan tezvirat bile başlı başına bir delil hükmündedir.
Son ses kayıtlarında Şefkat Tepe dizindeki mizansende bir bürokratın (kim ola ki!) İran ajanı olarak resmedilmesi ve Türkiye’yi PKK’ya peşkeş çekmekle itham edilmesi de bu algı operasyonun bir parçası.
Cemaat’in yeni ‘abi’leri
Yine son zamanlarda Cemaat medyasında yer alan MHP’yi bile hayran bırakacak çözüm karşıtı yayınlar ve köşe yazıları, Cemaat’in operasyon gücünün MHP’ye de açıldığının göstergesi olarak okunabilir.
Cemaat, bazı yerlerde CHP’yi bazı yerlerde MHP’yi destekleyecek, belli.
Bu desteğin oy anlamında ne CHP’ye ne MHP’ye dişe dokunur bir faydası olmayacağına göre hesap edilen paralel yapının yıkım gücü.
Ama seçim anketleri bunun da işe yaramadığını söylüyor.
Türkiye bu türbülanstan şu ya da bu şekilde çıkacak.
Olan Cemaat’e olacak!
Ha bir de akılımızda; “egemen Kürt siyasetinin” tezlerini dolaşıma sokmak için dağlarda dolaşan Hasan Cemal gibi ya da Türkiye’nin Suriye politikasını PYD’nin ağzıyla eleştiren Cengiz Çandar gibi isimlerin, “ihanet projesi” jargonu ile konuşan Cemaat’in yanında hizalandıkları kalacak.
Tarih bunları da yazacak...