Tamı tamına budur aslında sormamız gereken soru ve bu, Gül'ün şahsını da aşan bir siyaset tarzına işaret etmektedir.
Türkiye'nin içinden geçtiği son beş yıllık 'türbülansın' atlatılmasında izlenen stratejiye Gül'ün rezervi oldu hep. Gezi ile başlayan, dershane kriziyle irini patlatılan, 17-25 Aralık'ta emniyet ve yargı darbesine dönüşen, Kobani olaylarıyla Suriye iç savaşının Türkiye'ye taşınmaya çalışıldığı, PKK'nın ve DEAŞ'ın aynı anda terör eylemleri yaptığı, MİT tırları kumpasıyla "Türkiye DEAŞ'a yardım ediyor" tezviratının dolaşıma sokulduğu bir süreç yaşadı Türkiye. Ve en elim hadise; 15 Temmuz 2016'da FETÖ, TSK'daki yapılanması marifetiyle ülkeyi işgale açık hale getirecek hain bir darbe girişimine kalkıştı.
Peki, 2012'den 2018'e kadar geçen zaman zarfında yaşadığımız bu akıl almaz kuşatmayı yarmayı nasıl başardık?
Bize güç veren, irademizi kavi kılan neydi? Neye inandık da ABD'nin ajanı rolüyle 15 Temmuz akşamı semalarımızda düşman uçakları olarak dolaşan FETÖ'cü alçaklara karşı çıplak elle mücadele ettik?
Kime güvendik de 17-25 Aralık'tan sonra bir sonraki saldırısını öngöremeden bu yapıya karşı meydan okuyabildik?
Cumhurbaşkanı Erdoğan "Tek başıma kalsam da FETÖ ile mücadele edeceğim" demeseydi Türkiye bugünleri görebilir miydi?
***
Eğri oturup doğru konuşalım; "Aman ağzımızın tadı bozulmasın Ali Rıza Bey" tadında bir siyasetle FETÖ'yü tasfiye edebilir miydik? Yedi düvel birden Türkiye'yi hasım bellemişken, Batılı siyasetçiler açıktan FETÖ'ye destek mesajları verirken, kefeniyle yola çıkan bir lider olmasaydı önümüzde, başarabilir miydik sahiden?
Her şeyi halkın huzurunda konuşan, halkı ikna ederek siyaset yapan biri olmasaydı Cumhurbaşkanı Erdoğan, bugüne varabilir miydik?
***
Abdullah Gül'ün son çıkışı vesilesiyle 2019 seçimlerinde 'hayır' bloğunun adayı olup olmayacağı konuşuluyor. Siyasetten iddiası varsa neden olmasın!
Lakin, hayır bloğuna yaslanarak siyaset yapmak Gül'ü siyasetçi yapar mı, tartışılır. Teşkilatını yenilediği, liderinin siyasi kariyerinin zirvesinde olduğu bir dönemde Ak Parti'den oy alacağı hesabı yapıyorsa Gül, bunu da ayrıca değerlendirmek gerekir. Kılıçdaroğlu'nun Cumhurbaşkanı adayı olduğu bir durumda tüm bu hesaplar zaten anlamını yitirir. Ve zaten Kılıçdarolu'nun aday olup olmamasına göre şekillenecek bir siyasi kariyer Gül'ü doğal siyasi havzasının dışına iter.
***
Ama tüm bu tartışmayı ben açıkçası tali buluyorum; asıl mesele Türkiye'de siyaseti belirleyen dinamiğin ne olduğunun doğru tespitinde yatıyor. Bu da "Gül tarzı siyasetin" Türkiye'yi uğradığı saldırılar karşısında ayakta tutmaya yetip yetmeyeceğidir.
Mücadele daha bitmemiştir. Türkiye'de siyasetin gövdesi bu mücadele iradesine göre şekillenmeye devam etmektedir. Gerek FETÖ konusunda gerekse Batı ile hangi hizada ve mesafede ilişki kuracağımız bahsinde Türkiye'nin istikbalini "Erdoğan tarzı siyaset" belirledi, belirlemeye de devam edecektir.
İstikameti belli, kelimeleri netti
Zamansız ölüm yoktur kuşkusuz, bu dünyadaki nasibimiz de öteki dünyaya ne zaman göçeceğimiz de Allah'ın güzel takdiri neticesindedir. Ama bazı ölümler ansızın geliverir. Belki de ansızın gelen ölüm değildir; sadece insanoğlu ölümün çok uzağındaymış gibi bir hayatı tutturmuş gidiyordur da ölüm kendini hatırlatıverir.
Prof. Dr. Hüsamettin Arslan Hoca'nın öldüğü haberini alınca onu son gördüğümdeki dinçliği, enerjisi geldi gözümün önüne. Açık Görüş'e yazı istediğim zaman telefonda yaptığımız konuşmalar... O kadar doğrudan, o kadar netti ki kelimeleri, o ne diyorsa mutlaka anlardınız. "O böyle anlasın, şu da böyle" demezdi. Lafının ortada askıda kalmasını istemezdi. İstikameti belliydi.
Açık Görüş'e değer katan yazılar yazdı. Öğrencilerinin sadece hocası değil aynı zamanda arkadaşıydı.
Allah gani gani rahmet etsin.