11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün, “Erdoğansız Türkiye” tertibinin içinde isminin geçmesi, baştan beri AK Parti tabanında üzüntü ve hüzünle karışık bir infial meydana getirdi.
Gül’ü sevenler, savunanlar, “göreceksiniz Gül, Erdoğan’ın karşısına aday olarak çıkmayacaktır” dediler. Hüsnü zanlarını sonuna kadar korudular.
Şöyle bir beklenti içine girdiler:
Abdullah Gül’e yakışan çıkıp, “Siz ne diyorsunuz, benim adımı nasıl ortaya atarsınız. Kardeşim Erdoğan’ın aday olduğu bir seçimde ben aday mı olurum. O, benim Cumhurbaşkanlığım için ‘adayımız kardeşim Gül’ dedi. Ben 7 yıl Cumhurbaşkanlığı yaptım. Şimdi hak onun. Bana düşen kardeşim Erdoğan’a yardım etmektir. Bırakınız aday olmayı ben onun için yollara düşüp kendisine destek olurum. Ben AK Parti’nin iki numaralı kurucusuyum. AK Parti adayını belirlemiş, bana düşen partimin kararına saygılı olarak Erdoğan’ı desteklemektir. ”
Abdullah Gül dışarıyı değil, kendisini gerçekten seven insanları dinleseydi, kendisini garantiye alacak pazarlıklarının sonucunu beklemezdi.
2013 yazındaki Gezi olaylarından itibaren Erdoğan ile Gül arasında ciddi bir kırılma yaşandı. Gül, 3 Haziran 2013’te, “demokrasi demek seçim demek değildir, gösterilerdeki düşünceler not edilmiş ve mesajlar alınmıştır” dedi. Aynı gün Erdoğan, “Ne mesajı? Aşırı uçların organize ettiği bir eylem” diyordu...
Gezi’deki FETÖ parmağı ortaya çıktıktan sonra bile Gül hiç pişman olduğunu söylemedi.
Gül, dışarının telkinlerine, eleştirilerine önem verinken, Erdoğan millete yaslandı.
Erdoğan 2014 Ağustos’unda Cumhurbaşkanı olunca Gül, Başbakanlığı istedi. Erdoğan, Ahmet Davutoğlu’nu tercih etti.
16 Nisan 2017 referandumunda Gül artık Erdoğan’dan tamamen uzaklaşmış ve AK Parti ‘evet’ için meydanlarda iken Gül ‘Hayır’a göz kırpmıştı.
Avrupa başkentlerinde Erdoğan’ın şakağına tabanca dayadılar, Gül görmezden geldi, AB’ye tek kelime sitem etmedi.
Gül’ün isyan bayrağını çektiği tarih ise 3 Kasım 2017’dir. Bu konuşma, Gül’ün bugünkü cumhurbaşkanlığı adaylığının da asıl işaretidir.
Gül, 3 Kasım 2017 günü Bahçeşehir Üniversitesi’nde yaptığı konuşmada şunu söyledi/söyleyebildi:
"Hepimiz evimizin içini düzene koymamız gerekir. Bunu koymadığımız süre içerisinde, gün gelir ya insanlar ayaklanır veya dış müdahale kaçınılmaz hale gelir.
"Diplomasi dediğimiz şey iç politikadan farklıdır. Dış politikada hamaset, retorik; dış politikada hesapsız konuşmalar olmaz.
"Dış siyasette her şeyi komplo teorilerine bağlamamak gerekir. Her şeyi komplo teorilerine bağlamaya kalkarsak o zaman da 'O ülkeleri yönetenlerin hiç mi aklı yokmuş?' sorusunu sormamız gerekir."
Bütün Erdoğan düşmanlarının söylediği de zaten budur.
Gül, doğrudan Erdoğan’a saldırmaktadır.
Sözlerinde, Batı’dan icazet almış gibi tehdit vardır. “Gerekeni yapmazsak, ya ayaklanma olur, ya da ya da dış müdahale kaçınılmaz olur” demenin, 15 Temmuz darbe girişimine meşruiyet yüklemenin dışında bir anlamı var mıdır? TSK içindeki cuntacıların 27 Mayıs’ta, 12 Mart’ta, 12 Eylül’de, 28 Şubat’taki meşruiyet kılıfları, nasıl olur da Milli Görüş çizgisinde “dava adamı” olmayı savunmuş Abdullah Gül’ün de diline düşer...
Gül ismi üzerinden yürütülen ittifak pazarlıkları karşısında hala sessiz. Bu ikircikli tutumu ile de milletin teveccühünü hak etmemiş bir siyasetçi durumuna düştü. Artık kendisine verilen değeri hak etmediği anlaşıldı. Hak etseydi bugüne kadar susmaz, hakkında ileri geri konuşulmasına fırsat vermezdi. Savunduğu davaya yıllardır saldıran zihniyetin bugünkü sahte teveccühüne inanmazdı.
Gül kendisinden bekleneni yapsaydı bugün fırsatçılık ve bozgunculuk yapmakla eleştirilmezdi.
Gül, sevildiği ve sayıldığı için aday yapılmaya çalışılmıyor. Erdoğan’a ve AK Parti’ye zarar vermek isteyenler onu kullanmaya çalışıyor.
Hakikati görmeye engel nedir?