Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanlığından sonra ne yapacağı, Ak Parti’nin onunla ilgili projesinin, Erdoğan ve Davutoğlu’nun Gül’ün gelecek misyonuna ilişkin düşüncelerinin ne olduğu soruları, hem Ak Parti’nin serencamı, hem siyasetin istikrarı hem de muhalefet odaklarının hesapları açısından siyasetin kritik sorularının başında geliyor.
Gül’ün Ak Parti için anlamını
yeniden ifadeye gerek yok. Hiç şüphesiz tecrübeli bir isim. Ve hiç şüphesiz kendine özgü özelliklerinin bulunduğu ve o özelliklerin Ak Parti için her zaman yararlanılacak nitelikte olduğu söylenebilecek bir isim. Yaş olarak Türkiye siyasetinde tecrübesinden yararlanılacak dönemi geçtiği söylenemez, aksine birikimlerinin çok yararlı olacağı bir dönemi
yaşadığını teslim etmek gerekir.
Abdullah Gül, kendisi üzerinden Ak Parti’ye zarar verecek herhangi bir projenin içinde yer almayacak kadar da dava sadakati bulunan bir isimdir.
Gül’ün, Cumhurbaşkanlığından sonra üstlenilecek bir sorumluluğun, ona denk bir nitelik taşıması noktasında hassasiyet göstereceğini de unutmamak gerekir ki yakışanı da budur.
O nedir?
Sanırım en kritik konu budur.
Yine sanırım bu statüyü bulmak da çok kolay gözükmüyor.
Başbakanlık mı? Meclis Başkanlığı mı? Başka ne?
Bir çevre, hinlik olsun diye Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Başbakan Davutoğlu’na balans çektiği gibi bir zırvayı devreye soktu bile. Bu boş bir şey. Erdoğan bunu yapmaz. Gül böyle bir kombinezona evet demez. Davutoğlu da, misyon
duyarlılığı içinde böyle kombinezonlara hedef olmayı beklemeyecek kadar statü istiğnası içinde bir insandır. Her üç isim, bu tarz kombinezonların üçünü de
yaralayacağını bilir.
Dün, Fehmi Koru, Habertürk’teki sütununda, sayın Gül ile yaptığı görüşmeden sonraki değerlendirmelerini “Gül’den beklenen başbakan olması mı, yoksa?” başlıklı yazısında okuyucusu ile paylaştı. Bir anlamda Gül’ün dünyasını. Yazılanların özeti sanki şu satırlarda toplanmıştı:
“Cumhurbaşkanlığı makamını ilk yedi yıl sonrasında Tayyip Erdoğan’a bırakmaya karar verdiğinde Abdullah Gül, bir şeye daha karar vermiş olmalı: Halkın seçtiği cumhurbaşkanı olmanın “farklı davranma serbestliği” olarak algılandığı bir ortamda başbakanlığı üstlenmemeye...
Daha açık yazayım: Güncel siyasetin içerisine dönen Abdullah Gül, buna imkân sağlayan süreci başlatan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın gönlündeki tarzda bir başbakan olmaz, olamaz.
Bunu en iyi kim bilir?
Elbette Tayyip Erdoğan bilir.
O halde?
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın temennisi, sonrasında yazılan senaryolara ve yapılan spekülasyonlara hak verdirmiyor.
“Ben ayrılayım, seçime katılıp milletvekili olayım ve yeniden başbakanlığı üstleneyim, Abdullah kardeşim de yeniden cumhurbaşkanı olsun” deseydi...
İşte bu açıklama o zaman üzerinde konuşmaya ve tartışmaya değer bir temenni olurdu.”
Buraya bir de yine Fehmi Koru’nun, yine Habertürk’te, bu defa Taha Kıvanç imzasıyla, yazdığı notlardan küçük bir alıntı yapayım:
“Geriye dönüp hesap çıkarılırsa, Abdullah Gül’ün denklemde bulunmayışının getirdiği başka önemli sıkıntılar da fark edilir.
Sanıyorum, daha önce konuya hiç de öyle yaklaşmayan Tayyip Erdoğan’ın “Abdullah Bey Meclis’e girse iyi olur, şık olur” anlamına gelen açıklaması, Abdullah Gül’ün siyasi tablo içerisinde bulunmayışının getirdiği sıkıntıların artık iyice fark edilmesiyle ilgilidir.
Tek sebep bu olmasa da...”
İki not birleştirildiğinde Fehmi Koru’nun Abdullah Gül dünyasından, bir, kendisine ihtiyaç duyulduğu, iki, ama Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı modeli altında Başbakanlığı düşünmeyeceği mesajı taşıdığı anlaşılıyor. Bir de “Erdoğan’ın yeniden seçilip başbakanlığa, kendisinin de cumhurbaşkanlığına devamı teklifini”beklediği... Bu, maksadı aşan bir yorum mu olur bilmiyorum, ama Gül - Koru görüşmesinden sonra yazılan bir yazının bu izlenimi vermesi de kaçınılmaz gibi duruyor.
İlginç bir durum tabii ki.
Bu mesajların Tayyip Erdoğan dünyasında nasıl okunacağı sorusu bence önemli.
Ben bunların daha birincil ortamlarda konuşulmasının sağlıklı olacağını düşünürüm.
Abdullah Gül ile ilgili farklı bir misyonu yarınki yazımda sizlerle paylaşacağım.