Devletin güç kullanma hakkına sahip yegane merci olduğu açık. Fakat, devletin kullandığı gücün meşru ve etkili olması için uymak zorunda olduğu ilkeler var. Gücün akıllıca, stratejik, etkin yani “sosyokültürel bir zeka” çerçevesinde kullanılmasının en az üç gerekçesi var. Bunlar; Dini ve manevi ilkeler, insan hakları ve terörü durduracak başarıyı sağlamak.
Dini, ahlaki ve insani gerekçeler
İslam dini güç kullanımında ahlaki ve hukuki standartlara sahip. Örneğin savaş meydanında ölenin bedenine zarar verilemez, işkence yapılamaz. Yaralıya tıbbi bakım verilir. Yine mücadele halinde olan kişilerin veya toplulukların ilahlarına sövülmez. İslam kültürünün bu anlayışlarına dayalı pratikler, Müslüman halkların zihinsel dünyalarında yer etmiştir. Bu zihinsel kodlarla uyumlu olmayan şiddet uygulandığında insanlar rahatsız olur. Geniş halk kitlelerinin meşruiyetini alamayan bir güç kullanıcı da ayakta kalamaz.
İnsan hakları gerekçesi
Günümüz dünyasında devletlerin terörle mücadele ederken uymakla zorunlu olduğu hukuk ve demokratik kurallar var. Ulus devletlerin bu kurallara her zaman uymadıkları açık olsa bile, birbirleri ile mücadele ederken, diğer devletin güç kullanım uygulamalarını dış politika aracı haline getirdiği de bir gerçek. Özellikle küresel güçler bu yollarla daha az güçlü devletlere karşı bir vesayet kurmaya çalışırlar.
90’lı yıllarda Avrupa Birliği Türkiye’nin PKK ile mücadelesi sırasında yaptığı demokratik ve insan haklarına uygun olmayan uygulamaları gerekçe göstererek Türkiye’ye baskı yapmıştı. Ne hazindir ki, aynı devletler çözüm sürecini baltalamak için de çok şey yaptı. Bu gerçeğe rağmen, teröre karşı mücadelenin demokratik ve hukuk çerçevesinde yapılması Türkiye’nin elini güçlendirir.
Teröre karşı başarı
Terörle olan mücadelenin önemli bir parçası “psikolojik savaştır”. Özellikle etnik kökenli sorunlar üzerinden oluşan ve kendisine bağlı halk kitlesi olan örgütlere karşı başarı kazanmanın tek yolu gücün meşru ve akıllıca kullanımıdır. Aksi takdirde, devlet gücü şiddet ve zülüm olarak algılanmakta, bu ortamda yasadışı örgütler büyümektedir. Diyarbakır Cezaevi ve 90’lı yıllarda devletin güç kullanma biçiminin yol açtığı sonuçları artık yakından biliyoruz.
Ne demeye çalıştığımı futbol üzerinden anlatmaya çalışayım. Milli maçta can havliyle mücadele eden, karşıdakinin ayağına dalan ve kırmızı kartla oyun dışı kalan bir futbolcuya ne deriz? Bu futbolcunun mücadele adına kırmızı kartlık hareket yapması fedakarlık mıdır? Yoksa, onun takımı eksik bırakıp yenilgiye neden olduğunu mu düşünürüz? Teröre ve teröriste karşı yapılıyor diye ahlaki ve hukuki ilkelere uymayan şiddet kullanımının, milli maçta gereksiz kırmızı kart gören futbolcudan bir farkı yok.
Gücü doğru kullanmanın zorluğu
Güvenlik güçlerinin ellerindeki meşru gücü doğru kullanabilmelerinin önünde çok sayıda engel var. Bir kere kendi güvenliklerini tehlikede. Polise yardım çağrısı gönderip sonra da o polisi öldüren bir örgüt ile karşı karşıyayız. Arkadaşları yanlarında ölen polisin ve askerin intikam duyguları diğer bir zorluk. Arkadaşlarının ceset parçalarını görenin mücadele sırasında insani kalması oldukça zor. Zor ama, güvenlik görevlisinin öldürmek için kişisel nedeni olmamalı. Diğer bir zorluk da, hem devletin güvenlik bürokrasisinde hem de PKK’da yanlış bir şekilde “Kürtler ancak güçten anlar” felsefesinin hakim olması. Bu düşünme biçimi doğru değil. Kaba ve uygunsuz şiddete karşı Kürtlerin çoğunluğunun hem devlete hem PKK’ya karşı olumsuz tepki gösterdiğinin çokça örnekleri var.