Hugo Grotius, 1583-1645 yılları arasında yaşamış bir hukukçu. Ünü uluslararası hukukun atası sayılmasından geliyor. Kendisi aynı zamanda bir felsefeci, teolog ve oyun yazarı. Ama onu biz Hollanda, 1600’lerin başında İspanya ve Portekiz ile savaş halindeyken Singapur’da ele geçirdiği bir geminin mallarına el koyabilmesi için yaptığı çalışma ve deniz hukukunun gelişmesine bulunduğu katkılar yüzünden tanıyoruz.
Grotius şehri olarak anılan Lahey’ye 1599’da gelmiş ve gelmesiyle de hem şehrinin bugünkü ününe kavuşmasına, hem de uluslararası hukukun gelişmesine katkıda bulunmuş. Lahey günümüzde Hollanda’nın başkenti olmaktan çok hukukun ve mahkemelerin merkezi olmakla biliniyor. Uluslararası Adalet Divanı da, Uluslararası Ceza Mahkemesi de, Daimi Hakemlik Mahkemesi de burada.
Lahey’in hukuk, adalet ve düzen konusunda uzun ve temiz sayılabilecek bir sicili var. Bugünkü BM sisteminin temelleri 1899 ve 1907 Lahey Konferansları ile atılmış. BM’nin babası sayılabilecek Milletler Cemiyeti az daha Cenevre’de değil Lahey’de kurulacakmış. Ülke de, şehir de hukuk, düzen ve sistem konusunda çok hassas. Dünya siyasetindeki gelişmeler burada çok farklı bir gözle takip ediliyor. Yükselen değerler ve ülkeler dikkatle izleniyor.
***
Dikkatle izlenen ülkelerden biri de Türkiye. Cumhurbaşkanı Gül’ün geçen hafta gerçekleşen resmi ziyareti sırasında kendisine gösterilen ihtimam bunu açıkça belli ediyor. Ancak tek veri Cumhurbaşkanı’na gösterilen ihtimam değil. Hollanda Türkiye’yi bariz bir şekilde önemsiyor, onunla sadece kendini ilgilendiren sorunları değil dünya siyasetindeki değişimi de tartışmak istiyor.
Devlet ve belediye desteği ile geçtiğimiz yıl kurulan The Hague Institute of Global Justice’ın (Lahey Küresel Adalet Enstitüsü) dünya düzeni ve yönetişimi konusunda düzenlediği toplantıya AB, Amerika, Çin, Endonezya, Hindistan dışında Türkiye’den de temsilci çağrılmış olması, burada Türkiye’nin değil dünya düzeninin ve onun kurumsal yapısının tartışılması Türkiye’ye atfedilen önemin göstergesi.
***
Zaten Türkiye bölgesinde söz sahibi olduğundan, dünya siyaseti ve ekonomisini etkileyebilecek boyutlara ulaştığından bu yana bizlere gelen bu tür davetlerin sayısı da arttı. Eskiden gittiğimiz yerlerde sadece Türkiye’yi, Türkiye’nin sorunlarını ya da yaptığımız araştırmaları tartışırken, giderek artan bir şekilde dünya siyasetinin temel sorunlarını tartışmaya başladık.
Yanlış hatırlamıyorsam son iki yıl içinde Wilton Park, Kuala Lumpur ve burası olmak üzere üç küresel düzen toplantısına katıldım. Eminim benim katılmadığım onlarca başka toplantıya onlarca insan Türkiye’den davet edilmiş ve katılmıştır.
Doğal olarak ne bu davetler bizim başımızı döndürmeli, ne de siyaset erbabı kendisine gösterilen ihtimamdan etkilenmeli. Biz, kendi çıkarlarımız için çalışmalı ve uzun erimli düşünebilmeyi öğrenmeliyiz.
Nihayetinde bizlere atfedilen önem izlenen politikanın ve çıkarların kesişmesinin sonucu. Kimse kara gözlerimize aşık değil. Grotius’un şehrinde yaşayanlar hiç değil. Bizler ülkemizin önemli olduğu oranda onlar için önemliyiz. Bundan sonra da saygı görmek, etkili olmak, çıkarlarımızı korumak, hatta AB üyesi olmak istiyorsak dünya siyasetinde rol oynamayı sürdürmek zorundayız.
Bence muhalefetin de Ortadoğu’da rol oynamayı eleştirmek yerine, bu rolü daha iyi oynayabilmek için neler yapılması gerektiğini söyleme zamanı geldi. Çünkü yapılması gereken siyaseten güçsüzleşmek, kabuğuna çekilmek, eskiden olduğu gibi içine kapanıp yaşamak değil. Beğensek de beğenmesek de dünya devleti olduk. Afganistan’ın geleceğinden Somali’nin açlığına, Suriye’nin değişiminden Körfez Bölgesi’nin güvenliğine kadar pek çok sorun bizi ilgilendiriyor.