Yarın akşam, sadece hristiyan ve kapitalist dünya değil, dünyanın çok büyük bir kısmı da, Gregorian takviminin milâd’ı, yani Hz. Îsâ Mesih aleyhisselâm’ın doğumunu esas alan bir numaralamasına göre, 2020’nci yıla girmiş olacak.. (Gerçi, Katolik Hristiyanlar 24 Aralık gününü esas alırlar, Ortodoks Hristiyanlar ise, 7 Ocak gününü kutlarlar. Milâd, bilindiği üzere, arab dilinde ‘doğuş’ mânâsında olup, mevlîd kelimesi de aynı kökten gelir.)
***
Biz Müslümanlar Baqara Sûresi-285. âyeti hükmü gereğince, ‘Enbiyaullah (İlâhî Peygamberler) arasında bir fark gözetmeyiz’. Bu açıdan, Hz. Peygamber’in (S) velâdeti için kutlamalarda bulunulduğu gibi, Hz. Îsâ’nın velâdet yıldönümü dolayısiyle de kutlamalarda bulunabiliriz.
Bizim hassas olmamız gereken konu, bu kutlamaların Enbiyaullah’ın şânına uygun ve onların elinden sunulan ilahî ölçülerin çerçevesi içinde olmasıdır.
***
Ama, yazık ki öyle olmuyor ve her yılbaşı gecesi olduğu gibi yarın gece de dünyanın büyük bir bölümü yine bir tımarhaneyi, ya da ahırından boşanmış dört ayaklıların çılgınca dışarıya fırlamalarını hatırlatan gülünç ve iğrenç manzaralarla dolup taşacak.
Halbuki, yeni yılın başlaması adına yapılan çılgınca kutlamaların ezelden ebede akıp giden ve dünyanın güneş etrafındaki bir tam dönüşünü esas alan hesapların ezelden ebede akıp giden zaman nehri içinde hiçbir yeri yoktur. Çünkü, Yüce Hâlîq’ın (Yaratıcı’nın) halkettiği ve ezel dediğimiz zamandan, takdir edeceği zamana kadar sürecek olan bir akıştır bu.
***
Ama bu hadiseyi Hristiyan dünyası, Hz. Îsâ’nın rûhunu da muazzeb edecek olan bir anlayışla, kendi materyalist, bohem, hedonist, zevkperest ve afrodiziyaks yaşayış düzenini, başka dünyalara da dayatmakta ve dünyanın geri kalan kısımları da büyük çapta bir gönüllü kölelik teslimiyetiyle onlara ayak uydurmaya çalışmaktadır.
***
Bu dayatmaya direnen toplumlar yok değil..
Meselâ, Yahudiler, şimdi İbranî takviminin 5781. yılındalar.. Onların yılbaşı Roj Aşana ismi taşır.
***
İran’da da Şah zamanında 2500’leri bulan Şehinşahî takvimi kullanılıyordu, 1935’lerden beri. Amma Hicrî-Şemsî takvime göre 1357’de (miladî-1979’da) İslâm İnkılabı gerçekleştiğinde, 2537 yılında olan Şahlık rejimi devrilmiş ve İran yeniden Hz. Peygamber’in (S) Mekke’den Medine’ye Hicret’ini başlangıç kabul eden Hicrî Takvim’e dönmüştür.
Şimdi, İran’da 365 günlük Güneş yılını esas alan Hicrî-Şemsî takvimi de kullanılıyor, -ki şimdi 1398’inci yılında-; hem de 354 günlük Ay Yılı’nı esas alan Hicrî-Qamerî takvim.. Ki, şimdi 1441 yılıdır.
Arap ülkeleri ve diğer Müslüman coğrafyalarında da büyük çapta, milâdî takvim kullanılıyor; Osmanlı’nın son yarım asrında başlayan bir aşağılık kompleksiyle.
Kendi özel takvimlerini kullanan Uzak ve Güneydoğu Asya ülke ve kültürleri de vardır.
***
Müslümanların takvimi ve birçok ibadetleri Qamerî- Ay Yılına göre hesaplandığından, miladî takvimin Güneş Yılından farklılıklar tabiî olarak yaşanır. Bilmeyenler meselâ, ‘Ramazan niçin her yıl 10 gün geriye geliyor’ gibi sorular da sorar. Halbuki, Ay Yılı takvimi sâbit kabul edilse, o zaman, Güneş Yılı takvimi değişken olur ve meselâ, ‘O yıl Ramazan, yaz aylarına denk gelmişti’ yerine, o cümle, ‘O yıl yaz, Ramazan’a gelmişti..’ şeklinde olurdu.
Yani, durduğunuz yere göre değişen bir zaman ölçüsü.
***
Bu yüzden, özellikle de, ‘Dûvel-i Muazzamana’/ Büyük Devletler’ denilen emperial güçlerin zevk dayatmasıyla Tanzimat Dönemi’nden itibaren, Avrupalılaşma aşkı ile tutuşan ‘mustağrib’ (garb tutkunu / meftûnu veya çarpılmışı) okur-yazar sınıflarımız içine düştükleri aşağılık kompleksi ile frenk takvimini kullanmaya başlamışlardı. Ziyâ Paşa boş yere demiyordu, ‘Mösyö-Pardon diyerek eylersen, feth-i kelâm (söze başlarsan)/ Denilir her sözüne, aynı kerâmet gibidir.’
Yani, 1925’lerde yapılan ‘takvim devrimi’, yarım öncesinden fiilen kabullenilmişti. O yapılan, ‘Ölüyü bir daha öldürdük!’ der gibi bir şeydi.