Oyun, “Beşiktaş’ın kaybedecek vakti yok” havasını veren bir hareketlilikle başladı. Ev sahibi; mücadelenin her dakikasını değerlendirmek isteyen hırsı/temposu/arzusu ile, maçı domine eden taraftı. G.Saray, bu baskı karşısında, önceleri sinen/ürken/endişe duyan bir takımdan çok; pusuya yatmış ve rakibinin boş anını, hatasını, uygun fırsatı kollayan takım görünümündeydi. Bu nedenledir ki; topa sahip olma oranının bir ara yüzde 70’e 30 gibi çok açık farka ulaşması bile, Beşiktaş karşısında ezik duruma düşmesinin ifadesi değildi. Rodrigues’in 22. dakikada yakaladığı ve kaçırdığı büyük pozisyon; G.Saray’ın stratejisini sembolleştiren bir an oldu.
Beşiktaş o ana kadar çok baskılıydı ama; G.Saray’ın yakaladığı bu pozisyon gibi etkin ana, asla sahip olamamıştı. Yani Sarı-Kırmızılılar’a; “Korkuyor” değil, ancak “Kolluyor” denebilirdi.
***
Ne olduysa, sonrasında oldu... Oğuzhan’ın penaltı tartışması yaratan pozisyonu, “Çelme ile yere düşürülmüş” görüntüsü verdi. Ama hakem hiç oralı olmadı. Pozisyonun devamında, Muslera’nın hayati bir kurtarışına tanıklık ettik. Anlayacağınız maç, o anlarda gitti-geldi.
Beşiktaş etkili olmaya başlayınca; önceleri için akıllı dediğimiz G.Saray stratejisi, giderek çaresizlik üretmeye başladı. Gol gelmesi kaçınılmazdı, çok geçmeden Cenk’ten geldi.
***
G.Saray değişen duruma ayak uyduramadı. Stratejisini yenileyemediği gibi, Beşiktaş da etkin konumunu olgunlaştırdı. Pozisyon üstüne pozisyon patlatıyor, inanılmaz goller kaçırıyordu. Tosiç “Yeter” dedi.
G.Saray, yediği ilk golden sonra dağılmasının bedelini ödedi. Karşı duruş sergileyemedi.