'Siyaset', birçok mânâlara gelir ama genelde, fıtraten cemiyet halinde yaşamak zorunda olan 'insan toplumunun idare edilmesinde benimsenen yol ve yöntemler' mânâsındadır. Bu yöntemler çok farklıdır. Kimisi zorla baş eğdirir; kimisi malî gücüyle veya kimileri zekâ ve hünerleriyle veya düşünce, ideoloji veya inançlarına beslenen ilgi veya muhabbetle, kimileri de, halkın temsil vekâleti vermeleriyle, kimileri de, entrika gücüyle yönetim mekanizmalarını ele geçirmesi şeklinde..
Ama asıl olan yönetenlerin, yönetilenleri kendilerinin itaat zinciri altında tutmasını hedef almasıdır.
Politika da genel olarak siyaset'le aynı mânâda; 'şehrin, devletin, insan toplumunun idaresi' mânâsına gelen Grekçe bir kelimedir.
Osmanlı'nın savaş tarihi metinlerinde, 'Orada yaman siyâset oldu' diye bir söz geçiyorsa; bu, 'o savaşta, çok kellelerin kesildiği' mânâsındadır. Siyasetin böyle bir mânâsı da vardır ve bizde de bazılarının, 'istediği sonucu alamayınca, kellerin koparılacağı' tehdidine başvurması da aynı 'siyaset' anlayışının devamı değil miydi?
Ama at bakıcı ve binicileri için kullanılan 'seyis' kelimesinin de aynı kökten geldiği söylenir. Yani, her durumda siyaset, idare etme sanatının değişik şekillerini anlatmak için kullanılmaktadır.
Ancak bu idare işi tarihte ve bugün, insan toplumlarında tek tip değildir, türlü-çeşitlidir.
Kur'an-ı Mubîn bize, 'Şûrâ Sûresi-38.âyette, 'Mü'minlerin, işlerini istişare yoluyla göreceklerini' hatırlatır. Evet, bu, 14 asır önceki hükümdür ve o zamanlar, insan toplumlarında halkın işlerini istişare yoluyla görmeleri diye bir şey yoktur. Hattâ kendilerini 'Tanrı' yerine koyan en zorba yöneticiler de vardır.
Gerçi, Antik Yunan'da 2 bin yıl öncelerde Atina'da da yönetimin, çoğunluğun rey ve iradesine göre belirlendiği mânâsında demokrasi olduğundan söz edilir ama hatırlanmalıdır ki, Atina site devletinde rey ve iradelerini kullananlar sadece hür insanlardı ve köleler bu haktan mahrum idiler ve Atina'da hür olarak iradesini bildirmek hakkını haiz 16 bin kişi varken, kölelerin sayısı 250 bin civarındaydı. Yani, her 'hür Atinalının emri altında 15-16 köle.. Ünlü İngiliz yazarı Bernard Shaw 80 yıl öncelerde, 'demokrasinin temelinde kölelik vardır' diyor ve Atina'daki bu durumu örnek gösteriyordu.
Ve maalesef Müslümanlar da işbu 'şûrâ /istişare-meşveret' konusunu, Hulefâ-y'ı Râşidîn sonrasında sürdürememişler, servet ve kılıç (zer/altın ve zor) gücü ve bunlara dayalı saray entrikaları veya yönetme gücünün babadan oğula intikal ettiği saltanat ve hanedân sistemleri veya diktatörlük yöntemleri, Müslüman toplumların hayatına da asırlarca musallat olmuştur ve bugün de Müslüman coğrafyalarında, Müslüman halkların kendi kesin doğrularına, kendi inançlarına göre yönetildiği örnek hemen hemen yok denecek derecededir.
Nitekim Cezayir'de 130 yıllık Fransız emperyalizmine karşı 1954-61 arası, Müslüman halk tarafından verilen 7 yıl süren ve 1,5 milyona yakın kurbana ve şehide mal olan çetin mücadelelerden sonra elde edilen istiklâl, hemen bizde olduğu gibi, taa baştan Fransa'dan icâzetli sosyalist Ahmed bin Bellâ ve onu askerî darbe ile deviren Savunma Bakanı Huvari Bûmedyen'in 'tek parti diktatörlüğü' altında, 30 sene yaşadı ve Fransız emperyalizmi zamanında yapılamayan bir takım zorbalıklarla yeni bir toplum oluşturulmaya çalışıldı..
Ama artık zorbalık rejimi, devam etme gücünü tamamıyla yitirdiğini görünce, -tıpkı 1950'de bizde olduğu üzere- 30 yıllık bir diktatörlükten sonra 1992 başında ilk kez serbest seçimler yapılıp, Cezayir Millî Meclisi'nin yüzde 85'i, Abbas Medenî liderliğinde İslâmî Selâmet Cebhesi'nce kazanıldığı anlaşılınca, hemen o gece, Paris ve Washington'dan düğmeye basıldı ve laik generaller yönetime el koydular, 'demokrasinin kendisini İslâmî uygulamalara karşı korumak için diktatörlük hakkından da faydalanabileceği' gibi son derece 'demokratik' (!?) izahlarla ve halkın içinden çıkmış olan ordu ile Müslüman halk arasında yıllarca süren kanlı iç savaşta 100 binden fazla insanın hayatı söndü. Şimdilerde biraz yatışmış durumda. Ama son 30 yıl içinde Müslüman halka karşı sürdürülen o büyük ihanetten geniş çapta pek haberimiz olmadı.
Bizdeki uygulamalar da, milletin zihnine bir takım 'ilke'ler adına vurulan zincirler ve her 10-15 senede bir yapılan askerî darbe dayatmacılığıyla aynı şekilde olmuştu, ama yeni nesiller tarafından pek hatırlanmıyor bile o yakın geçmiş.. Ve bu asırda artık, 'Bir daha olmaz' sanılıyor.
Ve nihayet şu son 20 küsur senelik Tayyib Erdoğan yönetiminde, insanlarımız sırf inançlarından ve Müslüman olduklarından dolayı korku yaşanmayan bir huzurlu dönem yaşıyorlar.. Emperyalistlerin çevirmeye çalıştıkları entrika çarkları, Tayyib Erdoğan tarafından parçalandığı için..
Ama bu kez de bir rehavet durumunun meydana gelmiş olması ihtimali, asıl öldürücü darbe olabilir. Çünkü açıktır ki, uzun soluklu mücadele isteyen dâvalar acılarla büyür, rehavetle çöker..
Bizden öncekilerin yaşadıklarını baba ve dedelerimiz anlatmaya bile korkuyorlardı.. Bizim yarım asır öncelerde, üniversite yıllarımızda yaşadıklarımızı anlattığımız zaman ise, büyük şehirlerin sosyal çevrelerinde, 'café'lerde ve sair gastronomi (yeme-içme) merkezlerinde yüzler-binler halinde saatlerce yiyip içen çoğu üniversitelerde okuyan genç nesiller, bizim hikâyelerimizi taş devrine aid masallar imiş gibi dinliyorlar.
Şimdi ise bazı sorumsuzca genç nesiller, sırf bir değişim olsun masalı okuyorlar- yazıyorlar sosyal medya denilen mâlûm alanda..
Böyle bir ortamda siyaset adına her 'arac'ı mübah gören bir KK Bey'in ise, partisinin başına hangi utanç verici tezgâhlarla geldiğini tekrarlamaktan bile teeddüb ettiğimiz için, sadece şu son birkaç yılda ne gibi entrikalar çevirdiğine dair birkaç noktayı hatırlamakla yetinelim..
Önce, Tayyib Bey'in ve de büyük halk kitlelerinin ideallerinden uzak düşmüş tipleri etrafına almak becerisini gösterdi.. Sonra, Amerika ve diğer emperial güç odaklarının tam gaz desteklediği kuklası olan bir terör örgütüne ve onun Meclis'teki uzantısı olanlara gülücükler gösteren ve sonra kimse kendisinden sormadığı halde, kendisinin 'alevî' olduğunu da ilân ederek, hattâ 'seyyid' bile olduğuna dair yayınlar yaptıran KK Bey, hem de bir Berat Kandili gecesinde ve SP'nin önüne yukarıdan aşağıya asılan dev bir mâlûm fotoğrafa bakarak, 'Biz, filânın askerleriyiz..' diye tepindirdiği binlerce tarafdarına zemin hazırlayan Saadetlû Temel Efendi'yi yanına almakla yetinmedi.. Türkçülük teranelerine tepki olarak gelişen mukabil etnik cereyanlara bağlı olanları arkasına almayı deneyip, bunda da biraz başarılı olabileceğini görünce ve o etnik cereyanın Suriye'deki uzantısı olan terör örgütüne de gülücükler gönderen KK Bey, ittifak kurduğu liderlerin hepsinin gözlerini de bağladığını gösterdi.. Meral Hanım önce uyanır gibi olup, 'kumar masası' dediği o ittifaktan ayrıldıktan 72 saat sonra eski yerine utanç verici şekilde yerine oturtuldu..
Ama buna rağmen, KK Bey'imiz, 14 Mayıs seçiminde, Tayyib Bey'in 2,5 milyon oyluk bir rakamla gerisine düştüğünü görünce, bu sefer de en hızlı Türkçü ve kavmiyetçi mesajlar vermeye başladı..
Dahası, deprem bölgelerindeki felaketzedelere 'parasız ev vermek' vaadinde bulunan bu kişi, kendi partisine bağlı Tekirdağ BŞ Belediyesi'nin, depremzedeleri, deprem bölgelerinde Tayyib Erdoğan'a yüksek oy verilmesinden dolayı duydukları ilkellikle, fizikî ve ruhî açıdan büyük travmalar insanları kapı dışarı etmeye kalkıştı. Bereket ki, Tekirdağ Valisi hemen o insanlara gereken himaye kanadını açtı devlet adına.. Ve KK Bey, kendi partisine aid o Belediye Başkanı'nın istifasını bile isteyemedi.
Bazıları, Hz. Ali'ye gelip, 'Ey Ali, senin siyasetinin zayıf olduğu söyleniyor. Onun için çekiliyor, bu sıkıntı ve acılar..' derler.
Bunun üzerine Hz. Ali'nin de, 'Siyasetten maksad, entrika çevirmek ise, eğer, Allah'tan korkum olmasaydı, siyasette kimse benimle yarışamazdı. Ama ne yapayım? Ben İslam'ın sınırları içinde kalmaya mecburum..' meâlinde cevap verdiği rivayet olunur.
Eğer Allah korkusu olmasa, her gün bir ayrı renge bürünen ve entrikalar çeviren KK Bey'e de ne entrikalar hazırlanırdı ama ne yapalım ki..