Başbakan Erdoğan’ın Brüksel ziyareti hakkında daha başlamadan çok şey söylendi, çok senaryo yazıldı. Bugün kimin haklı, kimin haksız çıkacağını hep birlikte göreceğiz. Ancak şurası gerçek ki her iki tarafın da birbirine söyleyeceği çok şey var.
AB tarafının 17 Aralık krizinin yönetiliş şekline tepki göstereceği kesin. İktidar partisi ve Hükümet HSYK konusunda ne derse desin, hukukun üstünlüğü ilkesinin, güçler ayrılığı prensibinin çiğneniyor görünmesi karşısında AB’nin sessiz kalması mümkün değil.
Yargının yürütmenin kontrolüne girmesi AB tarafından kabul edilemez. Türkiye’deki ifade özgürlüğü sorunlarından zaten şikayetçi olan, hapisteki gazeteciler meselesini her fırsatta gündeme getiren AB yetkilileri, HSYK düzenlemesi konusundaki çekincelerini mutlaka dillendireceklerdir.
Türk tarafının da bu toplantıdan hareketle AB’den beklentilerini masaya koyması kaçınılmaz. Eminim Türkiye söz konusu olduğunda her şeyi ağırdan alınması, yeni müzakere başlıklarının önündeki engellerin kaldırılmasında isteksiz davranılması gündeme getirilecektir.
***
İnisiyatifse büyük bir olasılıkla AB tarafında olacaktır. Her şeyden önce AB 40 aylık bir aradan sonra yeni bir başlığın açılmasına çok kısa bir süre önce rıza gösterdiği için, Türk tarafının isteksizlik eleştirilerini kolayca savuşturabilecektir. Ayrıca geri kabul uzlaşmasıyla birlikte başlayan vizesiz seyahat meselesi de AB’nin elini güçlendirecektir.
Görüşmeler sırasında Kıbrıs konusunun gündeme gelmemesi de mucize olur. Türkiye çözüm sürecini desteklediğini söylerken, AB tarafı gümrük birliğinden doğan sorumlulukları hatırlatacaktır. Büyük bir olasılıkla Türkiye de 10 yıldır AB tarafından yürürlüğe konmayan Doğrudan Ticaret Tüzüğü’nü ve daha önceki ara çözüm tekliflerini gündeme getirecektir.
Ancak taraflar birbirine ne söylerse söylesin ziyaret dramatik bir değişime yol açmayacaktır. Bu görüşmeler yüzünden ne AB’nin kapıları sonuna kadar Türkiye’ye açılacak, ne de Türkiye eleştirilere kızıp AB ile bağları kopartma kararı alacaktır. İki tarafın var olan sorunlara rağmen birbiriyle buluşma iradesi sergilemesi ilişkilerin kopmadığının, iki taraf için de önemli olduğunun göstergesidir.
Ziyaret vesilesiyle Başbakan Erdoğan AB’nin kaygılarını birinci elden dinleme ve kendi düşüncelerini AB’den muhataplarıyla paylaşma fırsatı bulacaktır. Hükümetin Brüksel ziyaretinden alacağı mesajlar, çıkartacağı sonuçlar çok zor bir siyasi dönemeçte olan Türkiye için hayatidir. AB’nin tavrı da Türkiye’yi AB’den uzaklaştırma ya da yakınlaştırma potansiyeli taşımaktadır.
***
Ama AB-Türkiye ilişkilerinin asıl kilidi Kıbrıs’tır. Kıbrıs sorunu çözülmeden üyelik müzakerelerinde ilerleme kaydedilmesi zordur. Kıbrıs sorunuysa ne yazık ki Türkiye’nin ve Türk tarafının tüm iyi niyetli çabalarına rağmen çözüleceğe pek benzememektedir. Rum tarafının Baş Müzakerecisi Mavroyanis’in hafta sonunda Radikal’de çıkan mülakatı çözüm için ümit verir nitelikte değildir.
Benzer karamsarlığı AKEL Genel Sekreteri Kyprianou’nun dün İstanbul Kültür Üniversitesi’nde bir grup gazeteci ve kanaat önderine yaptığı konuşmada da görmek mümkündür. Kıbrıs Cumhurbaşkanı Anastasiades iktidar ortağı DIKO lideri Papadopulos’tan gelebilecek tepkiler yüzünden zamana oynamakta, yapılacak bir sayfalık deklarasyon üstünde uzlaşılamamasını bahane ederek müzakereleri geciktirmektedir.
Öte yandan diplomaside çareler tükenmez. Kıbrıs sorununun çözülmesinin imkansız olduğunun anlaşılması halinde Türkiye gümrük birliğinden kaynaklanan sorumluluklarını yerine getirebilir. Kıbrıs Cumhuriyeti bayraklı gemi ve uçaklara gümrük bölgesinde üretilen malların kendi liman ve havaalanlarından taşınması için olanak tanıyabilir.
Böylesi bir politika değişikliği AB ile olan ilişkilerin bir süre için bile olsa rayına girmesine yardımcı olur. Yaratılacak ivmeden de Türkiye kazançlı çıkabilir. Hatta belki adadaki çözüm süreci dahi canlanabilir. Yeter ki içeride temel ilke ve prensiplerden sapmayalım, hukukun üstünlüğünü ve Kopenhag Kriterlerini unutmayalım...