Görev aldığım bir sivil toplum kuruluşunun toplantısı için Üsküdar'daki merkezinde toplantı halindeydik.
Gelen mesajlar, tweetler ve haberler bir kalkışmaya karşı kenetlenmemizi salık veriyordu.
Önce Kısıklı'ya Erdoğan'ın evinin bulunduğu mahalleye ardından da boğaz köprüsüne koştuk.
Köprü girişi askerle kesilmiş, asker henüz toplanmaya başlayan sivil halkla laf dalaşında!
"Asker kışlaya" sloganlarıyla biz de hemen topluluğun ardında yerimizi aldık zira bu vatanın bizim olduğunu ve bölünemez olduğunu göstermeliydik.
Çok fazla şey yaşadım o gece!
Çok fazla şeye tanık oldum!
Yanı başımda vurulan gördüm. Hastaneye yetişmek için uzun mesafeler koşmak zorunda kaldım!
Şehidimiz Erol Olçok ve evladı için Numune Hastanesi'ne bir maraton koşucusu kuvvetiyle koştuğumu sonrasında dostlar ifade ettiler.
Hastanede hainlerin kontrolündeki F-16'ların alçak uçuşları sebebiyle korkan, koşuşan, birbirini ezenler arasında kaldım.
Erol bey ve evladı hakkında hastane kapısında bilgi almak için ailesiyle birlikte stres dolu dakikalar yaşadık.
Ayrıntılara girerek dramatize edecek değilim.
Bu yazıyı kaleme alma maksadım, 15 Temmuz gecesi sonrası başlayan gece nöbetlerinden birinde yaşadığım ve daha önce başka bir platformda konu ettiğim bir hatıramı sizlere aktarmak aslında.
Aktarma telaşındayım zira toplum olarak ziyadesiyle ortasında kaldığımız kutuplaşmaların kimseye bir kazancı olmadığı gibi zararı olduğunu hatırda tutmak istiyorum.
Bir temmuz gecesi, "milli irade" nöbet meydanlarının birinde biz ülkemizin yaşadığı felaketi konuşup "ah vah" ederken, Suriyeli bir kadının yorgun gözler, ağlamaklı bir ses tonu, kırık bir Türkçe ve vakur bir duruşla söyledikleridir:
"Üzgün olmayın, umutsuzluğa kapılmayın; Allah bizimle beraber!"
Biz, "bu kadın da kim?" diye düşünürken, hepimizin gözlerinin içine teker teker bakıp konuşmaya devam etti.
"Türkiye halkı ne kadar cesur olduğunu herkese gösterdi."
"Dört yıl önce 2 eczanem vardı."
"Jeep'imi yeni almıştım."
"Palmiye ağaçlarıyla çevrili, havuzlu bir villada oturuyordum."
"Üç çocuğum da bölgenin en iyi okullarında okuyorlardı."
"Eşim doktordu, çalıştığı hastanede başhekimliğe kadar yükselmişti."
Biz bütün dikkatimizle bir yandan kadını dinlerken bir yandan bize bunları niye anlattığını anlamaya çalışıyorduk, kadın konuşmaya devam etti.
"Genç bakımlı ve çok güzel bir kadındım!"
Oysa karşımızda duran bayan sanki elli yaşını aşmış gibi duruyordu!
Dünyanın sıkıntısını sırtında taşıdığını nereden bilebilirdik!
"Önce eşimin hastanesi bombalandı ve hastane yok oldu."
"Bir başka bombalamada eşimin belden aşağısı parçalandı!"
"Gencim, güzelim diye ve eşimin bu durumu fırsat bilinerek bana tacizler yapıldı!"
"İffetimi korumak adına verdiğim çabadan yorulan zalimler gözümün önünde üç çocuğumun da canına kıydılar!"
"Sonra arabam, eczanelerim ve evim arbedeye döndü!"
"Bacakları olmayan eşimle birlikte güç bela uğraşlar neticesinde Türkiye'ye geldim çok şükür!"
Dişleri görünecek kadar gülümseyerek "Artık başka bir Suriyeli aile ile küçük bir evde yaşıyoruz"
"Ha! Ama havuzu yok." dedi ve gülümsemeye devam etti!
"Eşimin belden aşağısı olmadığı için bundan sonra çocuğum da olmayacak!"
"Ama biliyorum ki melekler ahirette etrafı palmiye ağaçlarıyla çevrili dev havuzlu evimizi yapıyorlar, çocuklarım da bahçesinde oynuyorlar" dedi.
Biz dinlerken duygulandık ve ağlamaklı olduk.
Kadın bize döndü ve dedi ki: "Neden ağlıyorsunuz ki... "
"Müslümanlar genelde Allaha inandığını söyler ama O'na güvenmezler!"
"Ben Türkiye'de Allah'a inanmanın, güvenmenin ne demek olduğunu tam manasıyla gördüm. Bunu sizlerin gözlerinde gördüm."
"Bugün başardıysanız Allah'a olan güveniniz sayesindedir. Bizim güveneceğimiz bir liderimiz ve vatanımız maalesef olamadı. Ama Allah'a güveniyorum O benimle beraber. " dedi.
"Merak etmeyin inşallah Allah Türkiye ile beraber, Allah Erdoğan ile beraber, Allah sizlerle beraber."
"Biz Suriye halkı olarak yaşadığımız iç savaş sebebiyle daha fazla Allah'a yaklaştık, münasebetimizi yeniden gözden geçirdik ve O'na dayandık."
"Biz de sizlerle ve Türkiye ile beraberiz hem tankların önünde hem semaya açılmış dua dua yalvaran dillerle..."
"Allah ile münasebetinizi yoklamanın ardından dayananın ve güvenin O'na. O sizinle beraber."
Bütün bunları kaleme alınca Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın yaptığı bir konuşma zihnime düştü: "15 Temmuz gecesi ne kadar kara başlamışsa sabahı da o derece aydınlık sonuçlanmıştır."
"Sabahı aydınlık ile sonuçlanmıştır" cümlesini Türkiye'nin geleceği olarak görüyoruz.
İnsanı insana düşman ederek, ayırarak ve sözde bağlarını kopararak yok etmek istiyorlar. Oysa bizim aramızda görünmez bağlar var.
Bizim -geçmişten- yerin bin kat altından -geleceğe- göğün bin kat üstüne uzanan birleştirici bağlarımız var.
Biz Allah'ın ipine; ümmetçe, milletçe, kardeşçe bir tutunacak olsak köprüleri yıksalar da bağları koparamayacaklarını onlar çok iyi gördüler.
Bu yüzden gözlerimizi, kalplerimizi açalım ve görelim o bağları, sımsıkı tutalım ve bırakmayalım ki yıkılmayalım!