Bir ülkenin en büyük siyasi hareketlerinden birini de ortaya çıkarsanız, devletin en önemli makamlarına da gelseniz, 15 yıl boyunca girdiğiniz her siyasi yarıştan zaferle de çıksanız, ülkenize çağ atlatacak hizmet ve projelere de imza atsanız, devletinizi bölgesel bir güç kendinizi küresel bir lider haline de getirseniz aşağılanmaktan, hor görülmekten kurtulamayabiliyorsunuz. Birileri ne yaparsanız yapın sizi, size oy veren kitleleri ve bu kitlelerin tercihlerini, yaşam tarzını veya kültürel müktesebatını küçümseyebiliyor.
Hem sizin yaşam tarzınızı ve tercihlerinizi küçümsüyorlar, hem de kendi yaşam tarzları tehdit altındaymış gibi feveran ediyorlar. Bu hastalıklı hali iyi irdelemek gerekiyor.
Cumhurbaşkanımız R. Tayyip Erdoğan’ın maruz kaldığı hakaretler, tehditler, aşağılama ve karalamalar bir türlü bitmiyor. Hem de bu tahkir ve tezyifler kendisini sanatçı, yazar, gazeteci, entelektüel gören bazı tiplerden geliyor.
Kimisi Mozart dinlemesini öneriyor, kimisi bira içmesini… Darbe tehdidinde bulunanlar veya salya sümük galiz küfür yağdıranlar cabası…
Halkı göbeğini kaşıyan adam diye niteleyenler o halkın seçtiği devlet başkanını da benzer şekilde aşağılıyorlar.
Başörtülü bayanlara saldıranlar, taciz ve hakarette bulunanlar bir toplum kesimine hınç duymakla birlikte aslında bir yaşam tarzına tahammül edemiyorlar.
Tahammülsüzlük fanatizmin doğal bir sonucudur.
Fanatizm ise kendisi gibi olmayanları aşağılama, varlığına tahammül gösterememe halidir.
Şerif Mardin hoca, ‘mahalle baskısı’ kavramını geliştirdiğinde ‘ham sofu’lara atıf yapmıştı. Hoca’nın muradını aşan şekilde yaşanan tartışmalar, muhafazakâr kesimin farklı olana yönelik tahammülsüzlük ürettiğine yönelik iddialara dönüşmüştü.
AK Parti’nin iktidara gelmesinden sonra vesayet odaklarının başlattıkları gizli gündem, takiyye, otoriterleşme gibi psikolojik harekât hamlelerinde bu iddia da kullanılmıştı.
Oysa zaman içinde görüldü ki, yaşam tarzı üzerine başlatılan tartışmalar AK Parti’nin farklı toplum kesimlerine ve farklı yaşam tarzlarına yönelik uygulamalarından ziyade, AK Parti’nin dayandığı toplum kesimlerine yönelik bir tahammülsüzlüğü yansıtıyor. Mahalle, farklı olana baskı yapmıyor, farklı olan mahalleyi küçümsüyordu.
Özellikle muhafazakâr kesime yönelik hoşgörüsüzlük seçkinci elit görünümlü ham softaların sergilediği bir tavırdı.
Cumhurbaşkanımızın veya onu destekleyen kitlenin yaşam tarzını küçümseme hali aslında siyasi yenilmişliğin bir tezahürü olarak ortaya çıkıyor.
Bu bir yaşam tarzı ezilmesi değil siyasi rekabetteki ezilme, çaresizlik, acziyet halidir.
Siyasi mağlubiyet, büyük bir kızgınlık ve fanatizm üretiyor.
Fanatizmi kimileri kişilik bozukluğuyla, kimileri ise sosyal hastalıkla ilişkilendiriyor.
Nasıl spordaki fanatizm, sürekli mağlubiyetin ürettiği bir travma ve kızgınlık haliyse, siyasetteki fanatizm de siyasi yenilginin bir sonucu olarak ortaya çıkıyor.
Bazı fanatiklerin maça gidip bağırıp çağırarak rahatlamaya çalışmaları gibi, bunlar da televizyon kanallarında bağırıp çağırıp rahatlamaya çalışıyorlar. Fakat yaptıkları rahatlama ile kalmıyor, aynı zamanda seçilmiş iradenin meşruiyetini ortadan kaldırma gibi antidemokratik bir uğraşa dönüşüyor.
Bu tahammülsüzlüğün çaresi, empati yapmak, farklı olana saygı duymak, halkın değerleriyle barışmaktır. Demokrasinin gereği de halkın iradesine ve yaşam tarzına saygı duymaktır.
Sanatçı veya yazar geçinen bu kişiler kendilerini seçkin ve elit görüyor olabilirler ama bu kendilerini ve tercihlerini çok büyük görme hali, halkın ve temsilcilerinin küçümsenmesi ve hor görülmesi gibi bir durum üretmemelidir.