Gaziosmanpaşa Üniversitesi’nde 14-17 Mayıs tarihleri arasında 13’üncüsü düzenlenen Kültür, Sanat ve Spor Günleri çerçevesinde Tokat’a davetliydim. İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Fakültesi Dekanı arkadaşım Prof. Yaşar Akçay’ın davetiyle sinema üzerine bir konuşma yapmak üzere programa katıldım. Üniversitenin geniş ufuklu ve samimi duygular içindeki rektörü Sayın Prof. Mustafa Şahin’in sıcak misafirperverliği ayrıca takdire şayandı. Konuşmanın başlığı “Türk Sinemasında Kimlik Sorunu”ydu.
***
Bence sinemamızın içinde bulunduğu asli meselelerin başında gelen kimlik konusu, özgün bir sinema dili ve anlatımı ortaya koymak bakımından önemli bir nosyon olarak önümüzde durmakta. Kimlik sorununun da aslında cumhuriyetle birlikte toplumun kabuk değiştirmesiyle ortaya çıkan sürecin bir uzantısı olarak karşımıza çıktığını belirttim. Sisteme hakim olan tek parti rejiminin sinemamızda da Muhsin Ertuğrul’un vasfında tek yönetmen konumuyla karşılık bulduğunu, yeni düzenin toplumdan talep ettiği dönüşümü sinemada ortaya koyduğu tiplemelerle desteklediğini ifade ettim.
1948’de rüsum indirimiyle beraber daha fazla sayıda insanın, gerek prodüktör gerekse rejisör olarak sinemaya girmesi sektörü canlandıran bir rol oynamıştır. Ancak seyircinin şekillenen film beğenisi doğrultusunda film dili ve konu işleyişinin de Amerikan melodramları, Hint ve Arap sinemasından oluşan üçlü sacayak üzerinde yükseldiğini söylemek yanlış olmayacaktır. Dolayısıyla Türkiye sinemasının normatif yıllarını Muhsin Ertuğrul dönemi ve 1950 sonrasındaki on yıl olarak ayıracak olursak, sinemanın geleneksel sahne sanatlarımızın izinde gölge oyunu ve ortaoyununun modern görsel dille yeniden yorumlanarak özgün bir anlatım konması yerine, tam batılılaşamayan, yerli kültürden ise kırıntılar taşıyan bir yerellik içinde gerçekleştiğini söyleyebiliriz. Her iki sahne sanatımızın da adeta birer kıssa mesabesindeki hikayeleri, sergilenen temsillerin güldüren veya hüzünlendiren ama sonunda bazen bir ibretle hisse çıkartılması üzerinde düşünülmesi gereken bir husustu. Sonrasında ortaya çıkan toplumsal gerçekçilik, ulusal sinema, devrimci sinema, milli sinema gibi akımlar hep marjinal kalmış, ana gövde sinema, kozmopolit, bu iklimin ve coğrafyanın silik renklerini taşıyan bir dramaturjide beyazperdeye yansımıştır. Bugünkü sinemamızda ise sanatsal dünyanın ruhuyla bağdaşmayan kaba konuşma, küfür ve hoyrat açıklığın tasviriyle problemli bir alan sözkonusudur.
Karadeniz ikliminin coğrafi özelliklerine sahip Tokat yemyeşil dokusuyla doğrusu beni biraz şaşırttı. Selçuklular ve Eratna Beyliği’nin önemli merkezlerinden biri olan şehir, bazılarını üniversitenin değerli hocalarından Muhittin Demiray’ın mihmandarlığında gezme şansını bulduğumuz Mevlevihane, Hıdırlık Köprüsü, Taşhan, Kale, Yağbasan Medresesi, Deveci Han, Gökmedrese, Latifoğlu Konağı, Ulu Cami gibi çoğu son yıllarda restore edilebilen ve Ballıca Mağarası gibi tabii güzellikleri sınırları içinde barındırıyor. Tokat’ın geniş bir ferahlık içindeki insan ölçekli yerleşimindeki genel mimari dokusu ise insana ancak yaşama sevinci veriyor, bir-iki yeni yüksek yapı hariç.