Lise çağlarımda bir mizah dergisinde başladı yazı yaşamım.
1980’lerde dünyanın en çok satan üç büyük dergisinden biri olan Gırgır’da ve onunla birlikte mizah dünyamızın üç büyükleri olarak bilinen Akbaba ile Leman’da yazdım.
Bu mizah dergilerinin yanı sıra Türkiye’nin en önde gelen gazetelerinde de yazarlık ve başyazarlık yaptım.
Ve derken bir gün mevkiden, şöhretten, bana sunulan göz kamaştırıcı maddi imkanlardan vazgeçip medyanın dışında kalmaya karar verdim.
Mevkiler, şöhretler, servetler, makamlar gelip geçiciydi; kalıcı olan gönüllerin adamı olabilmek, gönüllerdeki makamda oturabilmekti.
Sonuçta Karun gibi yaşayabilecekken Harun gibi yaşamaya başladım.
Maddi imkanlarımın tamamına yakınını, vaktimin de tamamını çaresiz, kimsesiz insanların hizmetine adadım.
Zaten genç yaşlarımdan beri vaktimin bir bölümünü, hastanelerde hiç tanımadığım çaresiz, kimsesiz yatalak insanlara gönüllü hasta bakıcılık yapmak için ayırırdım.
Bu bireysel çabalarımı kitlesel hale getirebilmek için bir merhamet hareketi, bir vicdan hareketi başlattım.
Daha önce de bireysel olarak başlayıp kitlesel hale dönüşmüş birçok insani, vicdani kampanyaya öncülük etmiştim.
Örneğin hukuksuz yargılamaların, yargısız infazların, işkencelerin son bulması gibi maddeleri kapsayan ülkemizdeki ilk insan hakları kampanyasını ben başlatmıştım.
Bu insan hakları kampanyası daha sonra kitleselleşmiş ve insan haklarını savunan derneklerin kuruluşuna öncülük etmişti.
İşte çaresizlerin çaresi, kimsesizlerin kimsesi olması için başlattığım merhamet hareketini, vicdan hareketini de kitleselleştirmek için büyük bir gayretin içine girmiştim.
Sağlık hizmetine ihtiyacı olan kimsesizlerin, çaresizlerin yardımına koşan gönüllü doktorlardan, hemşirelerden oluşacak Yeryüzü Sağlıkçıları; kimsesizlere, çaresizlere, evsizlere, evlerini açan gönüllülerden oluşacak Yeryüzü Evleri gibi projelerle yeryüzünü bir merhamet yurdu, bir merhamet coğrafyası yapmak istemiştim.
Yeryüzünde merhameti, vicdanı hakim kılmak gibi bir ideali gerçekleştirmeyi amaç edinmiştim.
Ben kendimi bu işlere adamış giderken, tanışıklığımızın ta 1978’lere dayandığı Ethem Sancak’ın bu gazetede yazmam konusundaki davetleri, yine arkadaşlığımızın epey eskilere dayandığı Ahmet Kekeç’in yeniden medya dünyasına dönmem konusundaki gayretleri sonucu aranızdayım şimdi.
Bana “Emperyalizme, sömürgeciliğe karşı olmak denilince, Türkiyecilik, yerlilik denilince ilk akla gelen kişilerdensin; gel batılı emperyalistlere, sömürgecilere karşı Türkiyeciliği, yerliliği, milliliği birlikte savunalım” denilerek bir davet yapıldı; ben de bu daveti kabul ettim.
Hemen belirteyim; israfın her türlüsüne karşı olduğum gibi cümle israfına da karşıyım.
Onun içindir ki yazılarım az, öz olacaktır.
Dedim ya, israfın her türlüsüne karşıyım.
Beş yıldızlı otel iftarlarındaki israfa karşı çıkmak için de ilk kez 2011 yılında kurulan Yeryüzü Sofraları’na, sokak sofralarına isim babalığı yapmıştım.
Bundan böyle sizleri salı, perşembe, pazar günleri kuracağım israftan uzak yazı soframa bekliyorum.
Aslında tanıştığımız günden beri ilgisini, saygısını hiç eksik etmeyen Genel Yayın Yönetmenimiz Nuh Albayrak, haftada en az beş gün yazmamı istiyor; ama şimdilik üç gün olsun.
Pazar günü görüşmek üzere her şey gönlünüzce olsun.