Ekin yayınları arasında çıkan ve birkaç hafta içinde üçüncü baskıya giden "Diken ve Karanfil" adlı kitabı tercüme ediyordum. Yazarı, Gazze'de İsrail'in sürdürdüğü korkunç katliama karşı direnen "Kassam Tugayları"nın efsane komutanı Yahya İbrahim Sinvar. Anı-Roman türü bu kitapta bir paragraf kadar tutan bir sahne, günlerimi aldı. İki kardeş. Biri Hamaslı, biri de el-Fetihli. İsraillilere karşı yapılan ve bir dönem son derece etkili olan feda eylemlerini tartışıyorlar. Özetle el-Fetihli kardeş, bu eylemler, İsrail'in hışmını üzerimize çekecek, bizi yok edecek gibi şeyler söylüyor. Hamaslı kardeş ise, şu anda sanki farklı bir şey mi yapıyor? Göz göre göre yok ediyor bizi. Ayrıca İsrail, fazla ileri giderse, Arap ve İslam alemi, dünyayı başına yıkar gibisinden sözler sarf ediyor. Yüreğim burkuldu. Nutkum tutuldu. Dilimin ucuna gelen ateş misali kelimeleri yutkundum. Açık söylemek gerekirse, bu iyi niyet karşısında gözyaşlarına boğuldum. Galiba birkaç gün bu sahnenin ötesine geçip tercümeyi sürdürememiştim. İslam ve Arap aleminin, İsrail'in, hışmın da ötesinde, eşi, benzeri görülmemiş insanlık dışı cinayetlerini, bilinç kaybına uğramış bir kazazede gibi anlamsız bakışlarla seyretmesi gözlerimin önünden gitmiyordu bir türlü. Bir de komutanın, ümmete yönelik naif duyguları.
Hz. Hüseyin'in Kufe'ye giderken çölde karşılaştığı ünlü şair Ferezdak ile yaptığı konuşma aklıma geldi, söz konusu diyalogu düşünürken. Hz. Hüseyin, Kufe'den geldiğini öğrendiği Ferezdak'a soruyor: Kufe'de durumlar nasıl? Ferezdak, müthiş bir tespitle, İslam dünyasının içinde bulunduğu ve bugünden bakınca temel bir karakter haline geldiği anlaşılan tutumunu şöyle özetliyor: Gönülleri senden yana, ama kılıçları Yezid'in elindedir...
O anda, mümkün olsaydı, diyalogun içine girip hem yazara, hem de romanın kahramanına seslenmek istedim: Arap ve İslam aleminin, hatta ABD, Avrupa dahil bütün dünyanın gönülleri (halkları) sizden yana, ama kılıçları (yönetimleri) Yezid'in (İsrail'in) elindedir...
Bu bir Kerbela - Gazze mukayesesi yazısı değil tabi. Ama Müslümanların her iki olay karşısındaki tutumu, şair Ferezdak'ın söylediği gibi neredeyse birebir aynı. Kerbela zamanında iletişim imkanları kuşkusuz bugünkü gibi değildi. Nitekim Müslümanlar, hadiseyi duyduklarında, Peygamberin ciğerparesi çoktan kıtır kıtır doğranmıştı. Bir anlamda artık yapacakları bir şey yoktu. O yüzden, bin dört yüz yıldır ah çekip dövünüyoruz, fırsatı kaçırdığımız, bir şey yapamadığımız için.
Tarih, her zaman toplumlara, hatalarını düzeltmeleri için bir fırsat daha tanır. Hatta bunun için tekerrür eder de denebilir.
İşte Gazze. Gözlerimizin önünde doğranıyor. İletişim araçları sayesinde canlı yayında izliyoruz katliamı, doğranan bebeleri, parçalanan bedenleri, insanların üzerine çöken binaları. Sonradan haberdar olsalar da, Kerbela hadisesi karşısında gerekli tavrı sergileyemeyen, ama sonra pişmanlık duyduğu için dövünüp duran ümmete, tarihin, Gazze üzerinden sunduğu, bir arınma, bir anlamda utancını silme, özgürleşme fırsatı. Ve fakat ümmet, tarihin dilini anlamamışa benziyor ve onurunu kurtarma tavrını sergilemekten uzak görünüyor maalesef. Çünkü gönülleri Gazze'den yana olsa da, kılıçlarının İsrail'in elinde olmasına engel olamıyorlar. Bu da demektir ki tarihin sunduğu bu özgürleşme fırsatı da kaçacak ve dünya durdukça biz, neden gerekeni yapmadık diye dövünüp duracağız.
Hazin bir manzara. Tarihin tekerrür ırmağı akıyor, Müslümanlar, sadece seyrediyorlar.