Kabul eder miydi bilmiyorum ama ben Kamran İnan’ın ölüm haberini duyduğumda, keşke şu günlerde biri İnan’a mikrofon tutsa ve uzun bir söyleşi yapsaydı diye geçirdim içimden.
Devletle karşılaşmaların yarattığı tecrübeler içinde geçmiş bir hayat.
Kamran İnan’ın hayatı, bir dönemi anlamak için ideal bir hayattır.
Aile Bitlis Hizanlı’dır.
Hizan (Bitlis) Şeyhleri’nin devletle başı hiç barışık değildi. 1913’te devlete başkaldırdılar.
Sonradan meclis başkanı olacak Hüsrev Gerede, o yıllarda Bitlis Valisidir... Başkaldırının lideri Melle Selim’di. Selim ve arkadaşları Bitlis’in bazı mahallelerini ele geçirdiler ama gelen yardımcı kuvvetler, çok geçmeden, Rus konsolosluğuna sığınan isyancıları yakaladılar ve Melle Selim 18 arkadaşıyla beraber yakalanıp idam edildi.
İdamlardan sonra, idam edilenlerin ardından yakılan şu şiir hala söylenmektedir:
‘Çûme Bedlisê xopanê di kortê da
Daraxaci rast kirıbun tê da.
Kındırên zeytkiri berdabûn pê da.
Şêx Şabedin, Seyid Ali, Mehmet Şirin avêtıbun pê da
Kındır qetiyabu ji ba Xwedê da
Şex Şabetin ketıbu erdê da
Dılê neyeran kevir bû tê da
Disa şex avetibun kındırê sêpê da.
***
Kamran İnan’ın babası Şeyh Selahattin, asılan Seyit Ali’nin oğluydu. Aile Bursa’ya sürgün edildi. Bursa’ya bir servetle gelen ailenin serveti kısa sürede biter ve muhtaç hale gelirler. Selahattin ve ailesi, 1947’ye kadar Bursa’da sürgünde kaldı. Şeyh Selahattin daha sonra sürgünden döndü ve DP’den milletvekili oldu. 27 Mayıs darbesinde tutuklandı ve Mendereslerle beraber, Yassıada’da yargılandı.
Kamran İnan’ın çocukluk ve gençlik yılları sürgünlerde ve mahkemelerde geçti. Bursa Lisesi’ni bitirdi ve İsviçre’de siyaset bilimi okudu.
Kamran İnan portresi, Kürt Şeyh ve Beylerinin, devletin hışmından korunmak için, devlete yakın olmak, bunun için de eğitim, yabancı dil seviyesinde en ileri düzeyi yakalamanın ve başarmanın ilginç bir portresi ya da hayat hikayesidir.
Büyük Kürt aileleri, çocuklara iyi bir eğitim vermek gerekir, devletle barışın yolu, devlet katlarına varmanın yolu buradan geçer diye düşündüler hep...
İnan bu yüzden kendi döneminin Kürt aydınları ve siyasetinden uzak kalmış, kariyerini ve istikbalini, devlete yakın siyasi zeminlerde inşa etmiş ve hayat hikayesini bu zeminlerde sona erdirmiştir.
***
İnan, İngilizce ve Fransızca’yı çok akıcı konuşurdu, kitaplar yazdı, konferanslar verdi. Entelektüel kimliği genellikle hatırlanmaz ama o bu yönüyle de hatırlanması gereken bir şahsiyettir.
Diyarbakır Yeni Şehir sinemasında 70’li yıllarda verdiği konferansı dinlemiş ve bilgisine, akıcı konuşmasına hayran kalmıştım.
İnan bu vasıflarla başka bir ülkede yaşasaydı, on defa Dışişleri bakanı olurdu. Maalesef bu devlet onu, siyaset bilimci olmasına rağmen, enerji bakanı yaptı, hukuk doktorasını enerji işlerine daha uygun buldu, fakat dış işleri bakanı yapmadı.
Ahmet Tan’a bu garipliği yorumlarken, şunları demiş:
‘Sanırım dışişleri bakanlığı yapmazsam, ülkeye daha yararlı olacağım kanısına varılmış bir kere..’
Kamran İnan TBMM’de tören istemedi. Bu tavır da herhalde yaşarken ifade etmediği veya edemediği ama içinde taşıdığı kırgınlığın, küskünlüğün bir ifadesiydi belki.
Devlet, güven ve Kürtler..
Kürtler’in devlete, devletin Kürtler’e güvenebileceği bir ortam, bir anlayış yaratılmadıkça, sorunu çözemeyiz.
Hala en temel sorunumuz, güven, karşılıklı güven..
Güle güle kardeşim güle güle sevgili Tahir
Pazar yazısına son noktayı koyarken, Tahir Elçi’nin Diyarbakır’da bir çatışmada öldürüldüğü haberi geldi.
Ne hazin ne trajik bir gün Yarabbim.
Kamran İnan’ın vefatı üzerine bir yazı yazıyorsunuz, ki, İnan’ın hayat hikayesi yüzyıla uzanan o büyük acıların içinde var olmuş bir hikayedir, işte o gün genç bir Kürd’ün Tahir Elçi’nin ölüm haberiyle sarsılıyorsunuz!
Tahir’i Diyarbakır’da vurmuşlar dedi bir ses, kahroldum.
Tahir ve bir polisimiz şehit oldular!
İçim parçalandı, yüreğim kanadı. Şimdi bambaşka bir iklimle karşı karşıya kalacağız. Siyasi, moral ve psikolojik manada hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.
Hayatını, insan hakları ve hukukun üstünlüğü mücadelesine adamış cesur ve mert bir insanın payına düşen böylesi bir ölüm olmamalıydı. Gelen bilgilerden sağlıklı bir yorum yapmak belki mümkün değil. Ama bu cinayet kurşunlar kimin silahından çıkmış olursa olsun, çatışmanın ortasında kalmış birinin öldürülmesi gibi gelmiyor bana. Bu bir tuzak.. Sevgili Tahir’i kim nasıl bu tuzağa düşürdü belki hiçbir zaman bilemeyeceğiz ama bilmek için de her şey yapılmalıdır. Siyasi amaçları ve hedefleri olan bir cinayet bu. Diyarbakır-Sur’un tekin bir yer olmadığı biliniyor. Buradaki tarihi eserler, çatışmalardan çok zarar gördü. Elçi işte Baro başkanı olarak, bu konuya dikkat çekmek istemişti.
***
Tahir Elçi cinayeti asla istismar edilmemeli, ayrıştırmamalı, bilhassa Kürt halkını, siyasi partileri ve Türkiye’yi birbirine daha da kenetlemelidir. Tahir Elçi’nin hatırası ve ismi böyle davranmayı gerektirir. Bilhassa HDP, AK Parti ve hükümetimiz, tarihi bir sınavdan geçtiğinin farkında olmalıdır. Söylenecek her söz, yapılacak her açıklama, bizi ya Türkiye’ye karşı, Kürt ve Türk halkının birliğine karşı kurulan tuzaklardan uzaklaştıracak ya da bize kurulan bu tuzakların içine biraz daha çekecektir.
Şunu artık anlamamız lazım, Diyarbakır’da bölgede siyasi istikrar, güven içinde bir hayat olmadığı sürece, Türkiye’yi Ankara’dan yönetmek mümkün değildir.
Bu acı günde, sağduyu ve vicdan, işte bu acı günümüzde en çok ihtiyaç duyduğumuz şey bunlardır.
Güle güle Tahir!
Güle güle sevgili kardeşim!
Seni hukuk ve insan hakları için verdiğin mücadeleyle, seni cesaretin ve mertliğinle hatırlayacak ve yüreğimizde yaşatacağız!
Edirne’den Hakkari’ye kadar, bu halk seni hiçbir zaman unutmayacak!