Beşiktaş; sessiz-sakin, telaşı olmayan insanların huzurlu dinginliği ile maça başlayıp öyle sürdürdü. Kayseri Erciyes de; agresif olmayan rakibinin sokulma olanağı verdiği bu yumuşak tavrından, faydalanma ataklarına geçti. Maç, siyah-beyazlıların ilk devrede tam 7 korner kullanmasına rağmen; şaşılası bir baskının sonucu değildi. Kötü müydü? Değil... İyi miydi? O da pek değil!
Maç, insanı germeyen sakin sularda ilerlerken; Gökhan Töre’nin şahane asisti, Fernandes’e gol atma olanağı verdi. Gelişine vurdu, ağları buldu. Genellikle, devrenin son anlarında gelen goller; başka zaman dilmlerinde gelen gollere oranla; biraz daha fazla bir sevinç dalgası yaratır. Ama Fernandes; takımını 1-0 öne geçirmenin lezzetini ve keyfini pek yaşamıyor gibiydi. Yüzünde gülümseme bile oluşmadı.
Nedenini sormak bize düşmez. O Biliç’in işi... Fakat o da golle ilgilenir, sonrasını pek kurcalamaz. Sevinse ne olur, sevinmese ne olur?
***
Ayrıca, takım 1-0 öne geçince; geçmiş dakikaların yüksek tempolu sert ve yoğun baskı ile geçmemiş olması da önemini kaybeder. Bu kadar sakin oynamak iyi midir? Liderle arada yüksek puan farkının bulunduğu durumlarda, kuzu kuzu oynamak mı gerekir, kurt gibi saldırmak mı? Kafam karışık... Ama Gökhan ve Oğuzhan, ikinci yarının hemen başında durumu 3-0’a getirince, benim münafıklık içinde olduğum ortaya çıktı.
“Maçı kolay kazanmak varken, kendimi niye zora sokayım” diyen Beşiktaş; lidere göre değil, rakibe göre oynuyormuş. Haklı...
Skor aniden patlayınca ve parlayınca, maçın sonu için oluşabilecek tüm acabalar ortadan kalktı. Ama takım rahatlamadı, gevşedi... Kayseri Erciyes; hem bu gevşemenin hem de yaptığı oyuncu değişikliğinin olumlu katkısıyla, goller buldu.
Yedikleri ilk gol, Beşiktaş için bir uyarı olabilirdi: Gollerine güvenme, kendine güven! Son anda sıyırdılar.