Nüfus, modern dönemde siyasettir. Azınlıkların ve etnik kesimlerin politik taleplerinin yükseldiği bir dönemde bu olgu daha da önem taşıyor. Milliyetçiliğin yükseldiği bir zamanda doğurganlık ve nüfus da bu açıdan ele alınıyor. "Kürtler çoğalıyor. 10 sene sonra Kürtler bu nüfusla Türkiye'ye hükmeder". Bu yaklaşım özellikle milliyetçiler ve ulusalcılar arasında çok yaygın. Bütün göçmenlere karşı da böyle bir korku taşıyorlar.
Doğurganlık ayrıca, bir ülkenin varlığı için temel bir unsur. İnsanlar olmadan bir ülkeden bahsedemeyiz. Çin büyük nüfus kitlesini stabil hale getirmek için doğurganlığı sınırladı ve aile başına bir kişiyi zorunlu hale getirdi. Zenginleşen ve dünya gücüne dönüşen Çin, artık bu sınırlamayı kaldırdı. Türkiye'de de uzun süre aile planlaması politikaları savunuldu. Sadece Erdoğan, öteden beri 4 çocuk önerisinde bulunuyor.
TÜİK, yaptığı araştırma ile Türkiye'de 2023 yılında doğurganlığın %1.51. oranında olduğunu açıklayınca mesele yeniden alevlendi. Aile Bakanlığı yeni çözümler getirdi. Para ödemesi ve diğer teşvikler için yeni yasala düzenlemeler önerdi. Malthus'un nüfus teorisinden beri ailenin çoğalması ve doğurganlık üzerine mühendislikler yapılıyor. Buna aile mühendisliği diyorum. Başta nüfusu sıkı kontrol eden Avrupalılar, arkasından yaşanan ihtiyarlaşma olgusu ile beraber bu defa yeniden doğurganlığı teşvike yöneldiler. Para ve doğuracak kadına yönelik avantajları artırdılar. Fakat bir ilerleme kaydedilemedi.
NEDEN?
Yeni modern çalışma düzeninde ve iş hayatında kadın aileden ve çocuktan kopartıldı. Kapitalist kültür, anne- baba olmayı önemsiz hale getirdi. Çalışmak, mevki sahibi olmak, daha iyi araba ve daha iyi ev sahibi olmak öne çıktı. Bireysellik, bencilliğe evrildi. Çocuk doğurmak bütün bu dünya metaları için en gel görüldü. Özellikle kadın için büyük bir engel. Çünkü işinden ve kariyerinden uzaklaştırıyor. Benlik, salt ben olarak yaşama arzularına koşuyor artık.
Avrupa başka bir çözüm buldu. O da göçmenleri dönüştürmek siyaseti. Avrupa, büyük göçmen dalgalarıyla karşı karşıyaydı zaten. Bu göçmenlerin benliğini, kimliğini, arzularını Avrupa'ya göre dönüştürerek nüfus ihtiyacını karşılamaya başladı. Özellikle Anglosaksonlar bu konuda başarılı. Fransa, Norveç, Portekiz, Finlandiya gibi ülkeler de göçmenleri "uygarlaştırarak" bunu sağlıyorlar. Sovyetlerin çöküşü ile Doğu Avrupa nüfusu bu konuda daha da elverişli oldu. Çünkü ortak Avrupa medeniyet kuşağında yer alıyordu. Katolik kültüründe yer alıyorlardı.
Türkiye de benzer bir politikayı uygulayabilir. İnsanlara para vererek onların doğum yapmasını sağlamak mümkün değil. Çünkü yeni bir iş hayatı ve yeni bir tüketim dünyasında baba ve anne olmak gençlere cazip gelmiyor. Bir çocukla yetiniyorlar. Araba ve ev sahibi olmak, dünyayı gezmek bu yeni kuşaklar için çocuk doğurmaktan daha önemli.
Türkiye, Suriye'den gelen göçmenlerden yararlanarak kendi nüfus ihtiyacını karşılayabilir. Ayrıca Türkistan'dan gelen kişileri de buna katabilir. Bunun için de çok iyi bir "iskan politikası ve eğitim politikası" uygulamalıdır. Göçmen çocuklarına Türkçeyi ve Türkiye'nin kültürünü iyi öğretmelidir. Onlara yine bu Türkiye'nin özgül tarihini ve örfünü benimsetmelidir. Bunun için milli kültürün ve milli eğitimin çok büyük bir önemi vardır. Uzun süre aynı tarihe sahip olmamız ve yine ortak inanç sahibi olmamız da önemli bir avantajdır.
Nüfus siyasetimizde göçmenlerin çok olumlu katkıları olacaktır. Yeter ki bunu doğru bir şekilde yönetebilelim. Böylece hem doğurganlık sorunumuzu çözeriz hem de göçmenlerin bizimle bütünleşmesini. Bunun için göçmenlere ekstra para da harcamamız gerekmiyor. Üstelik bu uygulama onların entegrasyonu açısından da önemli bir fonksiyon.