Dünyada “demokrat” görünümlü olduğu halde demokratik ve ahlaki meşruiyeti Gezi Parkı gösterileri kadar tartışmalı olan bir başka eylem yapılmış mıdır, bilmiyorum...
Neden ahlaki açıdan meşru değil?
Çünkü eylemin temel talebi demokrasi ve özgürlük ama herkes için değil.
Kendi kaygıları ve özel hayatları için seslerini yükseltirken demokratik bir hak kullanıyorlar ama mesela Kürtlerin mesela dindarların hakları konusunda kaygılı olmaya devam ediyorlar.
Bu ülkede vicdan sahibi hiç kimse tam da bir asırlık Kürt sorunu çözülmek üzereyken; Taksim sırtlarından başlayan eylem zinciriyle süreci sabote etmeyi düşünemezdi. Bunu ancak, ülkeye, topluma, Kürt’e, Türk’e, dindara, azınlığına yabancı olanlar yapabilirdi. Yaptılar...
Gezi Parkçıların ve özellikle de Gezi Parkı’nı her türlü yalan, abartı ve provokasyonla destekleyen, ulusal ve uluslararası medyada halkla ilişkilerini yapanlar ağızlarına bir daha Kürt sorununda çözüm lafını alamazlar. Alsalar da artık sözlerini kimseye dinletemezler. O dersten sınıfta kaldılar.
Tıpkı, çözümün ilk haftasında Öcalan görüşmesinin tutanaklarını tek taraflı yayınlayanlar gibi bugün ağacı, parkı bahane ederek ülkenin en temel sorununun önüne set çekenlerin de demokratik sicilleri kararmıştır.
Bir yanda Türkiye’yi askeri vesayetten ve Kürt sorunundan kurtarmaya çalışan muhafazakar karakterli Türkiye, öte yanda başta bu muhafazakar insanlar olma üzere Kürtlere hayatlarında yer vermek istemeyenler. Son bir aydır yaşananların toz bulutu indiğinde geri kalan budur.
Gezi Parkı’nın yılmaz savunucusu Murat Belge de en nihayet “Gezi mi, çözüm mü?” sorusuna cevabını ilkinden yana vererek, çözüme mesai ayırmaktan vazgeçti.
10 ağacın yerinin değişmesini 30 bin hayatın önüne koydu. Bu da ahlaki değilse de demokratik bir tercih elbette.
Neyse ki hala sağduyusunu ve en önemlisi de soğukkanlılığını koruyanlar var bu ülkede. Akil insanlar var, akil politikacılar var... Gezi Parkı’nın itirazına rağmen çözüm süreci ilerliyor. Gezi’nin pek hazzetmediği muhafazakar çoğunluk 30 bin gencin ölmesini, parktaki ağaçlardan önemsiz görmüyor...
Yaşadığımız günlerin aynı zamanda bir samimiyet ve demokrasi sınavı olduğunu defalarca söyledik.
Politikacılar için, gazeteciler için, aydınlar için...
Erdoğan’dan bir parça koparmak adına bu ülkenin en kanlı sorununu bir çırpıda feda etmeye hazır olanlar, geç kalmış devrim heveslerini genç çocukların sırtına yükleyip el çırpanlar tarihin bu yargısının dışında kalamazlar.
Ya gerçek anlamda “amasız, fakatsız demokrasi” talebi olacak, ya da herkes dilinin altındaki baklayı çıkaracak.
İkisi birlikte olmaz...
Sadece Murat Belge gibi tercihini yapanlar değil, gazete-televizyon yönetenler için de ikisi birden olmaz.
Kimse, Gezi Parkı üzerinden estirilen rüzgarın çözümün kalbine doğrudan bir saldırı olduğunu görememiş olamaz. Kimse, dün akil insanlar heyetlerini protesto edenlerin, bugün ağaç ve park için ülkeyi ateşe verenler olduğunu fark etmemiş de olamaz.
Aylardır, çözüme karşı Kürtleri kışkırtanlar, “Bu çözüm size uymaz” diyenler şimdi meydanlarda demokrasi dersi veriyorlar.
Ama şapka düştü kel göründü.
O kadar göründü ki Cumhuriyet tarihinin en önemli demokratikleşme adımlarından birisi olan TSK İç Hizmet Kanununun 35. maddesi değişirken bile yüzlerindeki memnuniyetsizliği gizleyemiyorlar. Darbenin hukuki mevzuatı tarih olurken, “Nereden çıktı bu demokratikleşme. Sırası mıydı?” dercesine surat asıyorlar.
Sırası...
Dün olduğu gibi bugün de sırası... Gezicilerin sevmediği, varlıklarına tahammül edemediği insanlar Türkiye’yi demokratikleştirmeye devam edecek. Askeri vesayeti bitirecekler, azınlıklara hak ettiklerini verecekler, Kürtleri de özgürleştirecekler. Bu da kayda geçsin.