Ülke olarak 2013 senesinde aylarca süren bir ayaklanmaya şahit olmuştuk. Önümüzdeki ay da isyanın 11. yıldönümü.
Ayaklanmaya katılanların kendi ifadeleriyle ağaç bahane edilerek başlayan kalkışma, polisin içindeki FETÖ'cü unsurların yol ve yön vermesiyle büyümüştü. Hedefte, dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan vardı.
Üç ay boyunca meydanlar işgal edildi, yollar kesildi. Devrimci şiddetten herkes payını alıyordu. Türkiye'deki Solcular, 12 Eylül darbesinden sonra ilk defa devrime bu kadar yakın olmuşlardı. Hayallerindeki devrimi yapıp kuracakları 'Halk mahkemesinde Erdoğan'ı yargılayıp asacaklardı.
Bunu da gizlemiyorlardı. İşgal ettikleri meydanlarda Recep Tayyip Erdoğan'ı nasıl cezalandıracaklarına dair çizimlerin yer aldığı afişlerle, Erdoğan'ın vefat etmiş annesine sövmeye kadar varan pankartlar yan yana asılıyordu. Hayalleri, o sırada yapımı devam eden Yavuz Sultan Selim köprüsünün ayağına Erdoğan'ı asmaktı. Sosyal medya hesaplarında sürekli bunu yazıyorlardı.
Evet, hedef Erdoğan'dı.
Erdoğan'ın İstanbul Dolmabahçe'deki çalışma ofisini işgale yeltendiler ama başarılı olamadılar. İsyancılar Dolmabahçe'deki Başbakanlık ofisini işgal etselerdi hâdise bambaşka bir hal alacaktı. Çok sembolik bir hamleydi.
Devrim heyecanına kapılan eski tüfekler de altlarını bezleyip meydanlara çıktılar. Yakılmış, yağmalanmış araçların önlerinde devrimci pozlar verip kendilerini kayda aldırdılar. Bâgîler 44 ambulansı tahrip ettiler. 80 belediye otobüsü ve 85 otobüs durağını yaktılar. 326 işyerini yağmadılar. Eski tüfekler de bunların önünde pozlar verdiler.
Heyecanlananlar sadece eski tüfek Solcular değildi. ABD ve Avrupa basınını da heyecan basmış, canlı yayın araçları işgal edilmiş meydanlarda yayınlar yapıyordu. "AKP medyası"nın araçları yakılıp yağmalanırken ABD emperyalizminin sembollerinden CNN televizyon kanalının aracı Solcular'ın korumasında Türk devrimcilerinin sesini dünyaya duyuruyordu!
Ağaç bahanesiyle devrimci şiddet uygulayanlar hazırladıkları listeyi hükümete dayatmaya çalıştılar. Listede, ülkenin gelişimi için yapımına başlanan uluslararası çaptaki projeler tek tek sayılıp bu projelerin durdurulması talep ediliyordu.
Başbakan Erdoğan yurtdışı seyahatindeyken iyice azdılar. Azmalarında, dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç'ın pasif ve teslimiyetçi tavırları büyük yol oynadı.
Devrim hayalleri, Türkiye dönüşü Erdoğan'ı havaalanında karşılamaya giden on binlerce Müslüman Anadolu halkı tarafından söndürüldü. Baktılar ki meydan boş değilmiş! Kuzu kuzu evlerine döndüler.
Ayaklanma maliyeti ülkeye oldukça pahalıya mâl oldu. Başkan Erdoğan ayaklanmanın Türkiye'ye doğrudan maliyetinin 1,4 milyar dolar, dolaylı maliyetinin ise yüzlerce milyar doları bulduğunu açıklamıştı.
Devrim hayalleri suya düşüp hesap verme zamanı geldiğinde hızlı devrimciler bir anda "Biz oradan geçiyorduk abicim, ne isyanı" türküsünü söylemeye başladılar.
Bu yazıyı Batıcı Gezi Ayaklanması'nın yıldönümü vesilesiyle yazmadım. Vesilesi, 17 Nisan'da Hürriyet Gazetesi'nde Abdulkadir Selvi yazısındaki şu ifadelerdir: "Osman Kavala'nın hapiste tutulmasının, Gezicilerin yıllarca hapis yatacak olmasının Türkiye'ye ne yararı var? AK Parti'ye ne fayda sağlıyor? Artık iklimin değişmesi ve baharın gelmesi gerekiyor."
Anlaşılan Sayın Selvi Gezi Ayaklanması'nda nelerin yaşandığını unutmuş; Hatırlatayım dedim!
İllâ 'baharın gelmesi'nde ısrar ediyorsa ben de acizane fikrimi beyan edeyim: Tek çiçekle bahar olmaz. FETÖ'cüler de serbest bırakılsın. Bakın bakalım ülkeye bahar nasıl geliyor!
Geziciler ve FETÖ'cüler dışarıda bir araya gelip Gezi Ayaklanması'nda ve 15 Temmuz işgal teşebbüsünde nerede hata yaptıklarını konuşup taktiksel çözümlemeler yaparlar. Bir dahaki ayaklanma için, 'iklimi değişen' Türkiye'nin havasını ciğerlerine doldurup enerji depolarlar. Her şey de çok güzel olur değil mi Sayın Selvi?
Nasıl olsa canına kastedilen Başkan Erdoğan'dı siz değildiniz!