Nispeten mâsum gerekçelerle başlatılan Gezi Parkı olayları kısa sürede farklı bir mahiyete büründü. İkinci günden sonra Türkiye’deki tüm hükümet karşıtı gruplar eylemcilerin yanına üşüştü. Park adeta Erdoğan karşıtı tüm unsurları kendisine çeken güçlü bir mıknatıs haline geldi.
Bunu tesadüflere bağlamak doğru olmaz, çünkü Gezi Parkı sonrasında meydana gelen gelişmeler benim gördüğüm en organize ve en iyi düşünülmüş gösterilerdi.
Son iki hafta boyunca sosyal medyadan sokağa; spor kulüplerinden iş dünyasına; yabancı medyadan balkon gösterilerine kadar geniş bir yelpazede hükümet karşıtlığı mükemmele yakın senaryolarla işlendi. Karşımızdaki profesyonellik Türkiye’de sıkça karşılaştığımız bir durum değildir.
Tüm bu yaşananların çok az bir kısmı kendiliğinden gelişmiştir. Böylesine örgütlü ve düzenli bir kalkışmanın tesadüflerle izâhı zordur.
Elbette bunu söylerken tüm günahı komplolara atıyor değilim. Hükümetin ve idarecilerin olayı erken kavramasında ve gerekli önlemleri almasında ciddi bir zaaf olduğu aşikârdır. Dahası 11 yıllık iktidar hem kendi içinde yenilenme ihtiyacı duymaktadır, hem de karşıtlarında patlamaya hazır bir enerjiye yol açmıştır. Özellikle dış siyasette Türkiye gücünü fazlasıyla zorlamış, dış siyasetin içeriye etkisi gerektiği kadar hesap edilememiştir. Başka bir deyişle sizde yara yoksa, sinekler başınıza üşüşemez.
Siz istismar edilecek malzeme vermezseniz, komplolar sadece teori düzeyinde kalır, hayata geçirilemez
***
Başa dönersek, Gezi Parkı protestoları hükümet karşıtı enerjinin patlamasına yol açmış ve tüm muhalifleri Park’a çekmiştir. Üçüncü halkada ise anarşistler vardır. Terör örgütlerinin uzantısı olan ve sandıkta hiçbir karşılığı bulunmayan bu kişilerin bir kısmı sadece yöntem olarak değil, hedef olarak da anarşizmi benimsemişlerdir. Militan bazında kendilerini bağımsız sansalar da, ne yazık ki bu yapıların dış devlet ve derin devlet bağlantıları kanıtlanmış bir gerçektir.
Gezi Parkı sonrasında tertiplenen olaylar düpedüz bir kalkışmadır, hedefinde ise Türkiye’de kaos ortamı yaratmak, Türkiye’yi yönetilemez ve gayri-demokratik bir ülke olarak göstermek vardır. Yaşananlar düpedüz bir darbe hazırlığıdır... Kişi olarak hedefteki isim ise Recep Tayyip Erdoğan’dır. Türkiye’de bir Arap Baharı, Erdoğan’dan ise bir diktatör yaratılmak istenmiştir.
***
Başbakan Erdoğan’ın ve Vali Mutlu’nun iletişim ataklarıyla ve referandum kararıyla oyun şimdilik sulanmış görünüyor. Fakat bu hikâye burada bitmeyecektir.
Sokağın tadını alan ulusal ve uluslararası alandaki bazı çevreler daha güçlü ve daha örgütlü gelmek isteyeceklerdir.
Hükümet sandığa yorgun ve bitkin sokulmak istenecektir.
Eğer AK Parti ve Başbakan Erdoğan geçen dönemlerdeki stilini aynen muhafaza ederse, yani “ben haklıyım” ruh hali içinde esneklik gösteremez ise bu tür oyunların başarı şansı artar.
Türkiye ve özelde Hükümet, düşman sayısını azaltmak, gerçek dostları ile ilişkilerini ise güçlendirmek zorundadır. Özellikle dış politikada tam bir türbülans ortamı mevcuttur. Türkiye, henüz dış gelişmelerden etkilenmeyecek kadar güçlü bir toplumsal, siyasal ve ekonomik bir yapıyı kurabilmiş değildir. Doğrudur, Türkiye son 10 yılda büyük başarılara imza atmıştır. Ancak başarılar abartılmamalı, geleceğin büyük Türkiyesine zarar verilmemelidir.