Duyuyorum, “Gezi Gençliği”nin birinci derecede muhatabı AK Parti kurmayları başta, tüm partiler, olayları başlatıp, bütün kışkırtmalara karşın barışçı bir biçimde sürdürmeye çalışan 90’lı gençlerin profilini çıkartıp onlara ulaşmanın yollarını arıyorlarmış.
Doğru bir çaba… Anketörlerin, ana-babalarıyla da görüşmelerinde büyük yarar görürüm…
Ben anlatayım…
Çünkü bizim evde biri (arkadaşlarıyla birlikte) yaşıyor… Küçük oğlum 1992 doğumlu… Büyük oğlum da 1981 doğumlu, şansıma, iki genç kuşak arasındaki farkları ve yakınlıkları Gezi Parkı’na kadar gitmeden anlama yeteneğine sahibim.
• Siyasete ilgisizler…
80 kuşağı, 12 Eylül Darbesi’nin gölgesinde çocukluk, adı konulmamış “1993 örtülü darbesinde” gençlik yaşadı, bu nedenle, şiddetten uzak ama politik saflaşmada kararlı tutum izleyebilen yapıya sahipler.
90 kuşağının kendi aralarında, siyaset sohbet yaptığını duymadım! Sanki, her salı günü TV ekranlarından sert konuşmalar yapan parti liderleri ile aynı ülkeyi paylaşmıyormuş gibi yaşıyorlar.
• Otoriteyi sevmiyorlar…
Her iki kuşak da otoriteyi sevmiyor. 80’liler, yetiştikleri dönemin ağır baskıcı yapısı nedeniyle, 90’lılar, gençliklerinin Türkiye’nin değişim ve demokratikleşme sancılarına denk gelmesi sonucu “otorite” kavramına uzaklar. Aile içi iletişimden başlayan ve öğretmen-öğrenci ilişkilerine hemen yansıyan bir durum bu.
Anketörler ana-babalara sorsunlar, çocuklarıyla konuşmalarında şu tür bir süreç izlediklerini hemen görecekler: Tamam evladım, sen haklısın ama, bak, işin bir de bu yönü var…(14 yaşındaki kız çocuğu, SBS’ye katılmasını engelleyen babasını telefonu açıp polise şikayet etti, o sınava da girdi, daha ne anlatayım?)
• Küresel bağları var…
80 kuşağı sonradan ve biraz sancılı, 90 kuşağı ise doğduğu andan itibaren küresel iletişim ağının içinde oldu… Bu nedenle, sınırlarının ötesinde yaşanılan gelişmeleri değerlendirip yaşamlarına uygulama gücünü geliştirmiş durumdalar. Hiçbir yerel/ulusal slogandan, siyasi programdan etkilenmiyorlar, kendilerini esas olarak, insanlık ailesinin bireyi olarak değerlendirmeyi, dünyadaki yaşıtlarıyla birlikte hareket etmeyi tercih ediyorlar.
Onlar için şu anda, siyasi otoriteye verdikleri mesajdan çok, yaptıkları işin dünyada yarattığı yankı ve başka ülkelerdeki yaşıtlarında yarattıkları saygınlık daha önemli. Gezi Parkı’nda sabahları çöp toplamaları, kütüphaneler kurmaları, müzikle desteklenmiş gösteri yapma ruhu, hepsi, kendi ana-babalarından çok, dünyadaki yaşıtlarına mesaj hedefi taşıyor.
• Futbolla ilişkileri…
İlginçtir… 80’li kuşağın hemen tamamı iyi bir futbol seyircisidir… 90’lıların yarısı futbolla fanatik ölçüde ilgilenirken diğer yarısı dünyada böyle bir spor yokmuş gibi davranır… Bu kuşağın futbol seyircisinin gösterilere bu ölçüde net tavırla katılmasının temelinde, futbol seyircisi olmayan yaşıtlarına “özel ilgi” bulunmaktadır. Gezi, 90’lı kuşağın iki kanadının “futbol zemininde” ilk iletişimidir.
• Alkole uzaklar…
80’liler, Turgut Özal’ın liberal reformları ve dünyada şekillenen “yuppie” (hızlı yaşa, çok kazan, çabuk ölsen de olur) felsefesinin etkisinde büyüdüler. Siyasi tercihlerde “klasik”, ama yaşam biçiminde “hedonist” (dünya zevklerinden yararlanma) çizgisi taşıyorlar. Bu nedenle, “yaşam biçimi” tartışmalarında 90’lılara göre daha hassaslar. 90’lılar bireylerin tercih ettikleri yaşam biçimini umursamıyorlar. Aralarında “yaşam biçimi” tartışmalarından kaynaklanan fay hatları yok! Büyük çoğunluğu alkolden uzak bir görüntü sergiliyor ama, alkol tartışmalarından en liberali ile en muhafazakarı aynı şekilde rahatsız oluyor…
• Siyaset ve medyanın işi zor…
Sakin fakat “otorite karşısında çok hassas” iki kuşakla karşı karşıyayız… Yalnız Başbakan Erdoğan’ın değil, bütün siyaset erbabının ve olaylar karşısında klasik tepkiler gösteren medyanın işi zordur. Bir baba olarak bunu çok açık ifade etmeliyim. Hassasiyetlerini sağlıklı tespit eder, ona göre davranırsanız, harika iletişim kurma ve “birlikte iş yapma” şansını yakalarsınız, aksi halde, duygularını ifade etmeyen bakışlar ve soğuk bir yüz ifadesiyle karşılaşmanız kaçınılmazdır.
GELECEK NEYİ GÖSTERİYOR?
İşin özü şudur: Başbakan Erdoğan, kendi yarattığı bir sorunla uğraşıyor. Bu, “halden vazife çıkarmaya” çalışan yüksek (!) analistlerin söylediği gibi “üslup”tan kaynaklanan bir sorundan çok, Türkiye’nin vardığı gelişmişlik düzeyiyle bağlantılı bir tartışma. Erdoğan izlediği başarılı ekonomik politikalar ile kent orta sınıfını güçlendirdi, demokratikleşme çabasıyla da, “ceberrut devlet” kavramını günlük yaşamında görmemiş bir kuşağın yapılaşmasına neden oldu. Şimdi, onlarla iletişim kurmanın yollarını arayacak. Bu çabada, Kılıçdaroğlu ve Bahçeli’den daha yüksek şansı da olabilir. İşin, geleceğe dönük siyasi tahminlerinde ise, bugün itibariyle bu gençlerden, hiçbir siyasi partiye “mama” gözükmüyor. Ya, Yeşiller hareketi geniş ve renkli bir taban koalisyonu ile siyasette yerini alabilir, ya da, son örneğini İsveç’te gördüğümüz “Korsan Parti” tarzı bir siyasi gelişme ile karşılaşabiliriz. Kesin bildiğim nokta: Bu gençler, Gezi’yi, klasik pankartları ile dolduran “eski” sol siyasete ve vesayetçi görünen söylemlere asla yakın durmazlar.