Temsili demokrasilerde ülkeyi yönetmek için nüfusun çoğunluğunun oyunu almanıza bile gerek yoktur. Parlamentoda çoğunluğu sağlamanız hükümet etmeniz için yeterlidir. Bu rakam ise bazen % 30 gibi oldukça düşük düzeylerde bile oluşabilir. Buna göre, size hükümet etme yetkisini veren aldığınız % 30 oy değil, geri kalan % 70’in sizin iktidar olmanıza gösterdiği saygıdır. Hatta denebilir ki demokrasilerde hükümetin aldığı oylardan çok, alamadığı oyların ılımlı veya radikal olması daha önemlidir.
Her demokraside sistemin kurallarına saygı duymayanların oranı marjinal düzeydedir. Bu rakam % 5, % 10 gibi hatırı sayılır bir düzeye çıkar ise o ülkede kaos başlar, sokaklara hakim olmak zorlaşır. Rakamın daha yüksek düzeylere çıkması halinde ise hükümetin aldığı oy ne kadar yüksek olursa olsun ülkeyi idare etmek imkânsızlaşmaya başlar.
Kitlesel kutuplaşma
Bu çerçeveden bakıldığında 2002’den bu yana bazı çevreler hükümeti çalışamaz hale getirebilmek için muhalefeti radikalleştirmeyi ana hedef saymışlardır. Özellikle ana muhalefetin % 1 bile oy alamayan ulusalcı cenaha benzeştirilmesi bu stratejinin özünü oluşturmuştur.
Gezi Olayları’nda muhalefetin radikalleştirilmesinde en büyük başarı yakalanmıştır. Gezi’de sadece ana muhalefet değil, genel olarak muhalefet olabildiğince ulusalcı-marjinal fikirlere yaklaşmış, hatta davranış kalıpları dahi marjinalleşmiştir. Buna marjinal fikir ve eylemlerin meşrulaşması da diyebilirsiniz.
Gezi Olayları kısa sürede kalkışma denemesine dönmüş, muhalefet safları sıklaşmıştır. Hükümet açısından yanıltıcı olan hükümet cenahında da safların sıklaşması, hatta oyların artması olmuştur. O günlerde ifade etmiştim, Gezi Olayları AK Parti’nin oylarını arttırdı, ancak bu artış çok da yararlı bir artış değildi. Çünkü Hükümet olmak için % 50 oyla % 60 oy arasında herhangi bir fark yoktur. Bir hükümetin meşruiyeti ve gücü sadece oylarındaki sayı ile ölçülmez. Söz konusu dönemdeki kutuplaşma zahiri olarak oyları arttırmış görünse de muhalefeti sertleştirerek hükümetin ülkeyi idare etme kabiliyetlerine zarar vermiştir, sokakta gereksiz bir gerilime yol açmıştır.
Tuzak
Bu açıdan 17 Aralık sonrası gelişmelere baktığımızda ise muhalefeti radikalleştirme çabalarının artarak devam ettiğini, hatta AK Parti tabanına ulaştığını görüyoruz. 17 Aralık’tan sonra, başta Cemaat çevreleri olmak üzere AK Parti’ye gönül vermiş kitleler içinden bir parça koparılarak ulusalcı grupların sertliğinde ve marjinalliğinde bir muhalefet oluşturulmaya çalışılmaktadır. Görünüşe göre bunda ciddi bir başarı da sağlanıyor.
Projenin diğer bir ayağı ise Hükümeti ulusalcılara muhtaç hale getirmektir. Denize düşen yılana sarılır misali geçmişte Ergenekon ve Balyoz gibi davalarla adeta efsane yazan idare bugün bu süreçleri geri çevirmekte fayda umar hale gelmektedir.
Tüm bunlara ek olarak Gezi Olayları ile yeterince radikalleştirilmiş olan muhalefet yolsuzluk, usulsüzlük ve rüşvet iddiaları ile birlikte, Hükümet’in Cemaat konusundaki ifşaatlarından da yararlanılarak sertlikte ne kadar haklı olduğu konusunda ikna edilmektedir. Başka bir deyişle, Gezi ile başarılan sertleşme 17 Aralık ile arttırılmaktadır.
Bu şartlar altında hükümetin bir sonraki seçimde alacağı oy elbette önemlidir. Ancak bundan çok daha önemli olan kitlesel kutuplaşmadır. Yapılması gereken ilk iş gerilimi azaltmak, kurulan tuzağın kurallarının dışına çıkmaktır.