İçinden geçtiğimiz gergin ve olağandışı temkinli günleri biraz daha soğukkanlı değerlendirmekte fayda var. Olayların sebepleri ve gelişme potansiyeli uzun uzun konuşulduğu için tekrarlamayalım ama artçı gerilimler devam ediyor. Edecek de...
Edecek ama “Eylül’de, Ekim’de önemli olaylar olacak. Üniversiteler açılınca gerilim artacak” gibi kolay telaffuz edilen tahminler yaşadığımız süreci izah etmek için yeterli değildir. Üniversitelerin, Gezi olaylarından önce de bariz eylem noktaları olduğu malum. DHKP-C, İP, TGB gibi örgütlerin öteden beri kendi sahalarında her fırsatı değerlendirdikleri de bilinmiyor değil.
Genel olarak ülkenin içinden geçtiği değişimin zaman zaman sokak reaksiyonu yarattığı da bir başka gerçektir.
Hatırlayalım... Mayıs ayı bütün bölgelerde hemen hemen aynı karakterdeki grupların çözüm sürecine karşı sistematik eylemleriyle geçmişti. Değişim varsa, yapısal sorunlar çözülüyorsa ve demokrasi herkes için genişliyorsa itiraz da kaçınılmazdır.
Elbette bu kez durum eski örneklerinden daha farklı, kendi içinde meşruiyet ve dolayısıyla dinamizm kazanmış durumdadır. Eski Türkiye dilinin medyasıyla ve siyasi gruplarıyla etrafında böylesine bir özgüven kozası örmesi de şaşırtıcı değildir. Toplumdaki ideolojik dağılım da bunu desteklemektedir.
Herkes değişimin parçası olmadığı için karşıtların umutsuzluğu da giderek artmaktadır. Demokratik siyasal yarış; laik, ulusalcı, geleneksel sol ve marjinal grupları giderek daha az tatmin etmektedir. Dolayısıyla aynı grupları birleştirmektedir de... Hemen hemen bütün sokak gösterilerinde CHP’nin irili-ufaklı bütün marjinal gruplarla birlikte yürümesinin sebebi budur. AK Parti’nin erimesi beklenirken kemikleşen siyasal gücüne karşı kaçınılmaz bir duygu birlikteliği doğmuştur.
Aynı gruplar ve daha fazlası (Ergenekon’un aktif unsurları ile) yakın bir geçmişte yine ittifak yapmışlardı. 2007 genel seçimi öncesi meydanları kuşatan Cumhuriyet Mitingleri, bugünküne çok benzer bir duygunun eseriydi. Meydanlar daha umutluydu çünkü iktidarın kolaylıkla gönderilebileceğini düşünüyorlardı. Özel tarihlerindeki en büyük gösterileri gerçekleştirmenin coşkusuyla iktidar değişiminin garanti olduğuna inanıyorlardı. Temel motivasyon da o sıralarda rejim krizine dönüşmüş olan Cumhurbaşkanlığı seçimiydi...
Cumhuriyet mitingleri, ikinci beş yılın belirlenmesi ve o dönemin AK Parti tarafından sevk ve idare edilmesini önlemek amacını taşıyordu. Ne laiklik ne irtica, ne rejim, ne vatan, ne millet... Kalpaklı Mustafa Kemal resimleri ve bayraklarla meydanlara koyanların duygusu ne olursa olsun, gerçek sert bir iktidar kavgasında düğümleniyordu.
Bugün de öyle...
Mesele ağaç, yol, köprü ve hatta canları üzerinden siyaset yapılan genç çocuklar değildir.
Sokakta, medyada, olimpiyat mücadelesinde, sosyal medyada, dış politika tercihlerinde vs. her ne oluyorsa maksat “ikinci 10 yıl”dır. Kavganın temel sebebi, Tayyip Erdoğan ve partisinin gelecek 10 yılı belirleme ve 2023 perspektifini gerçekleştirme iradesini önlemektir. Daha zayıf bir Erdoğan, daha küçük bir AK Parti... İkisi ya da hiç olmazsa biri sağlanarak ikinci 10 yılın tasarımı deforme edilmelidir. “10 yıl” aynı zamanda, demokrasinin kökleşmesi ve halk iradesinin her türlü vesayetten arınması için gereken asgari süreyi ifade etmektedir.
Dolayısıyla, yerel seçimler, Cumhurbaşkanlığı seçimi ve genel seçim bitmeden sahici bir yatışma beklemek doğru olmaz. Şiddet tabiatı gereği azalacaktır veya sokak gösterileri daha da marjinalleşecektir ama siyasal paylaşıma bağlı gerilimin bitmesi için üç seçim geçmesi gerekecektir. Bir süre zarfında mantık ve makuliyet aramak beyhudedir.
Erdoğan ve hükümetin zarar görme ihtimali olan her türlü politik materyal masaya gelecektir.
Sivil anayasa yapımına ve Kürt meselesinin çözümüne yönelik “Eski Türkiye” karakterli direnç de mesela Suriye ve Mısır’a ziyaretler de bundan dolayıdır.
Daha fazlasına da şaşırmamak lazımdır.