Yunanistan’ın parasal birlikten ayrılma tartışmaları, neredeyse bizim şike tartışmalarına dönüşmek üzere. Şöyle; herkes olmasını istediğini olması gereken tek seçenek olarak sunmaya çalışıyor. Böylece bizim şike meselesinde olduğu gibi, herkesi aptal yerine koyan çıkarımlar, ‘tezler’ bir saçmalıklar demeti olarak karşınıza geliyor. Bu konuda akla yakın görüş ve açıklamalar ise neredeyse görmezden geliniyor. Örneğin, Euro Grubu Başkanı ve Lüksemburg Başbakanı Juncker, nihayet Yunanistan’ın Euro Bölgesi’nden çıkacağı iddiasının anlamsız olduğunu söyledi. Ayrıca Yunanistan’ın ikinci partisi olan Syriza’da Euro’da kalmanın savunulabileceğini söyledi. Bu iki önemli açıklama neredeyse görmezden gelindi ve batı basını, Almanya’nın 19. yüzyıldan kalma kısır devletçiliğinden esinlenmiş görüşleri tek gerçekmiş gibi servis etmeye devam etti.
Ama biliyorum, hiç kimse bu işin zorlu bir hukuki ve teknik süreç olduğunu, ayrılma talebinin Avrupa Konseyi’ne bildirilmesinden ancak iki yıl sonra gerçekleşebileceğine aldırmayacak. Ayrıca hiç kimse, rezerv para yerine oldukça zayıf yerel paraya geçilmesiyle Yunanistan’da stok değişkenlerin, borçların hem devlet hem de şirket bilânçolarına nasıl yansıyacağını tartışmayacak. Zaten tartışmıyor da. Hiç kimse devalüasyonun ihracat etkisinin olumlu olması için ücretlerin aşağıya doğru esnek olması gerektiğini ama bunun Avrupa’nın ortasında artık pek mümkün olmadığını düşünmeyecek. Yine hiç kimse banka sistemindeki mevduat erimesini ve ekonomideki servet erozyonunun boyutlarını konuşmayacak. Tabii bu işin Yunanistan’la sınırlı olmadığını da kimse ele almayacak.
Beni hayrete düşüren ise hala şu ‘Euro’dan çıkılsın kurtulunsun’ tezini profesyonel iktisatçıların bile iktisat bilimi çerçevesinde (!) savunuyor olması. Hâlbuki bu bir siyasi tez. Bakın Avrupa’da 1848’den 1870’e kadar demokratik bir Avrupa devrimi ve Victor Hugo’nun hayal ettiği gibi birleşik bir Avrupa imkânı vardı. Bu bütün olumsuz şartlara ve Fransa’daki geriye dönüşe rağmen bu imkân çok güçlüydü. Marx ve Engels, kendi deyimleriyle, modern zamanların bütün devrimlerini, 17. yüzyılın İngiliz devriminden başlamak üzere, kendilerine örnek aldılar ama öncü sınıf rolünü burjuvaziden alıp proletaryaya verdiler. İşte, kendilerinin de ifade ettiği gibi en büyük yanılgı buydu. Burjuvazinin devrimleri, sermaye birikiminin gereği olduğu gibi, üretim araçlarını (sermayeyi) elinde bulunduran “zengin” sınıfın eseridir. Bütün devrimler ve değişimler bu sınıfsal temele oturur ve gerçekleştikten sonraki yolları bellidir. Ama 19. Yüzyıl Avrupası’nda 1848’den 1871’e dek ayaklanan işçi sınıfının yolu belli değildi; çünkü dünyayı tümüyle değiştirecek bir “zenginliği” burjuvazi gibi kontrol etme aşamasına gelmemişti. 1870 Avrupa’sı tam bir cadı kazanıydı. İmparatorluklar sallanıyor ve ulus-devletlerin militarist bürokratları kontrolü ele geçirmek isteyen burjuvaziye yol gösterip iktidara ortak olma yolunu arıyorlardı. Avrupa tıpkı bugünkü gibi ya savaşla parçalanacak ya da birleşik bir Avrupa yolunu seçecekti. Osmanlı İmparatorluğu çaresiz reformları yapmaya çalışıyor ama çoktan kaçırdığı sanayi devriminin sonuçlarını eteğinden bile yakalayamıyordu. O zamanın metaforik haritaları, Osmanlı İmparatorluğu’nu nargile içip uyuyan güzel bir kadın ve onun Avrupa ayağı olan Yunanistan’ı da başını ellerinin arasına almış çaresiz adam olarak tasvir ediyorlardı.
Gerçeği anlatan metaforik haritalar
Peki, şimdi bu durum tam tersine dönmedi mi? Avrupa, durumun farkına varmayan, Yunanistan üzerinden geriye dönmeyi düşünen akıl sağlığını yitirmiş bir ihtiyar ama Türkiye’ye değil de Avrupa’ya bağlı Yunanistan yine ellerini başının arasına almış çaresiz bir adam değil mi? İşte sayfada gördüğünüz metaforik harita, 1870 Avrupası’nı önümüze koyuyor.
19. yüzyılın metaforik haritaları bize o zamanları çok iyi anlatır. Sırtını Avrupa’ya dönmüş, sömürgeciliği devam ettireceğini sanıp İrlanda’yla uğraşan Britanya, gözünü Avrupa’ya dikmiş aç Rusya ve Avrupa’nın tam ortasına çöreklenmiş, Avusturya’yı dizlerinin altına almış Prusya (Almanya) militarizmi. Bütün bunlara, avını bekleyen aç ama kurnaz bir kedi gibi bakan Fransa. Bu metafor sonraki yıllarda dünya savaşı ile gerçek olmadı mı?
Harita’da yalnız Anadolu’nun kadın olarak tasvir edilip bütün çevresinin-Rusya dâhil- kavgacı ama çaresiz erkek figürleriyle anlatılması da size anlamlı gelmiyor mu? Bugün de dünyayı aynı cehenneme götürmek isteyen, 19. yüzyılda palazlanan bu sermaye güçleri, medya gücünü kullanarak kendi isteklerini tek gerçekmiş gibi dayatıyorlar. Bu kriz aslında bunların çöküşünün krizi.
Bunu görmeliyiz; evet Yunanistan Euro Bölgesi’nden çıksın, Euro, başta Almanya olmak üzere merkez Avrupa’nın parası olsun ve dünya yeniden, Merkez Avrupa ve Anglosakson merkezli bir gezegene dönüşsün; savaşlar, silahlar, demir-çelik, zehirli finans, kirli çevre kaderimiz olsun diyen bir cephe var ve bu cephe dünyayı iki büyük savaşa götüren cephe. Türkiye 19. yüzyılda bunu hiç göremedi şimdi ise, bu gerçeği görmüş olabileceğimizi umuyorum.