Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, Anayasa Mahkemesi’nin son kararıyla ilgili değerlendirmeleri çok net:
‘Ben Anayasa Mahkemesinin vermiş olduğu karara sadece sessiz kalırım o kadar. Ama onu kabul etmek durumunda değilim, bunu da çok açık net söyleyeyim ve verdiği karara da uymuyorum, saygı da duymuyorum.’
Erdoğan’ın açıklamalarında dikkat çeken başka bir boyut, sözkonusu davaya neden olan olayları anlattığı şu cümleler:
‘Bayırbucak Türkmenlerine Milli İstihbarat Teşkilatımız yardım götürüyor, bu yardım sebebiyle sen kalkacaksın müdahale edeceksin, oradaki şoförünü, subayını hepsini yatıracaksın yere ve onları adeta sanki bir düşman ordusunun mensuplarını yakalamış veya teröristleri yakalamış, onları yere yatırıyormuş gibi yere yatıracaksın, silahları onlara uzatacaksın ve düşünün şimdi bu ülkede yargı makamında olanlar o sürecin resmedilmesine aracı olanları, yardım yataklık edenleri tahliye edecek.’
Burada iki önemli vurgu var. Birincisi, sözkonusu davanın nasıl ortaya çıktığını unutup, sıradan bir ifade özgürlüğü tartışması yürütenler var. Cumhurbaşkanı, öncelikle bunu hatırlatıyor. Ancak en az bunun kadar önemli olan bir diğer nokta, bu olayı gazete sayfalarına taşıyan ve apaçık Türkiye’nin varlığına savaş açan bir yapının varlığı. O gazete bu haberi, ifade özgürlüğü kapsamında değil, Türkiye’ye açılan bir savaşın uzantısı olarak yayımladı. Kimin yönlendirmesi ve desteği ile? Terörle birlikte bu ülkenin en büyük başbelası olan paralel çete eliyle.
Erdoğan’ın tepkisi, doğrudan Türkiye’yi hedef alan böyle bir tehdidin, farklı uzantıları karşısında giderek yaygınlaştırılmak istenen duyarsızlığa. Uzun zamandır dile getirmeye çalıştım. Burada bir kez daha hatırlatayım. Birileri bu ülkenin varoluş mücadelesini, kendi bulunduğu pozisyonu korumak adına hafifletme çabasında.
‘Canım, olan olmuş. Birileri MİT TIR’larını durdurmuş, bunu alıp haber yapanları casus ilan etmek de biraz fazla olmuyor mu?’ korosu, masum bir özgürlük çabası içinde değil. Aksine, bir büyük mücadeleyi baltalamak, o mücadeleyi veren iradeyi ‘baskıcı ve özgürlük karşıtı’ olarak yaftalayıp zayıflatmak ve gücü yeterse de tasfiye etmek. Hedefleri bu.
‘MİT TIR’ları’ diye andığımız olayın, sadece devletin bir gizli operasyonunun deşifre edilmesi olarak görülmesi zaten başlı başına bir hata. Devleti ele geçirme çabası, nihayet 17-25 Aralık darbe girişiminde ifşa olan paralel yapının merkezinde olduğu büyük tezgahın, belki de en somut ihanet hamlesi olarak değerlendirilmeli.
Cumhurbaşkanı’nın Artvin’deki olaylar için ‘yavru Geziciler’ değerlendirmesi veya Anayasa Mahkemesi’nin kararına verdiği tepki, aynı parantezde okunmalı. Şu sözler de önceki gün Ensar Vakfı’nın toplantısında Cumhurbaşkanı tarafından ifade edildi:
‘Son üç yılda, 2013 yılı baharından beri yaşadıklarımızı şöyle bir gözünüzün önüne getirmenizi rica ediyorum. Önce İstanbul’da Gezi Olayları denilen park, ağaç bahanesiyle başlatılan ve çok ince planlanmış bir provokasyonla karşımıza çıktılar. Zannetmeyin ki bu İstanbul’da planlandı. Zannetmeyin ki bu Türkiye’de planlandı. Hayır, içerisi dışarısı bu işi beraber planladılar ve birçok yerlerde bunu gördük. O kadar enteresan ki yurt dışı seyahatlerimizde bunun ipuçlarını bulduk. Nereden planlandı bunlar, bunu gördük. İşte bakın şimdi de
Artvin’de Cerattepe olayı çıktı. Bu Gezi’ciler neyse bunlar da yavru Gezi’cilerdir.’
Bu sözler, böylesine büyük bir tehdit ve saldırı karşısında hala duruş sergilemekten kaçınanlara verilen bir tepki. Geri adım atıldığı, tereddüt edildiği anda kaybedecek Türkiye. Uzlaşma çağrısında bulunanların, uzlaşmayı tezgahlayanların veya bundan medet umanların gayet iyi bildiği gerçek bu.
Dün geri adım atmayan, bugün de geri adım atmayacağını ilan etti. Gün bu duruş etrafında kenetlenme günü.