Bizim Türkçe’de çok özlü bir söz vardır: “Elini verirsen kolunu kaptırırsın.”
Ancak bu sözü kendilerine şiar edenler pek düşünmezler:
Eğer elini asla vermezsen, kimseyle el sıkışamazsın. Dolayısıyla insanlarla uzlaşamaz, hasımlarınla barışamazsın. Hayat boyu sıkılmış yumrukla gezer, belki durduk yere kavga çıkarırsın.
Bu analojiyi bugünlerde biraz düşünmekte fayda var. Çünkü ülke büyük bir siyasi gerilimle çalkalanıyor. Ve her iki tarafta, “sakın geri adım atmayalım, sakınuzlaşmayalım” diye düşünenler ve liderlerine bunu tavsiye edenler var.
Oysa bu tavsiye, tam da ülkeyi daha da gerecek, kıvılcımların üstüne benzin dökecek olan çok tehlikeli bir yola çekiyor bizi.
Allah tekrarından saklasın, 70’lerdeki sağ-sol çatışması tam da bu zihniyetten, bu çatışmacı kültürden çıkmıştı. Asıl sorun, “dış mihraklar” ve “üzerimizde oynanan oyunlar” değil, kalplerdeki öfke, zihinlerdeki fanatizmdi.
Bugün, bu ortamın yeniden doğmaması için azami özen gerekiyor. En çok da iktidar kanadında gerekiyor.
Adım var, adım var
Sayın Bülent Arınç’ın dün yaptığı basın açıklaması, bu açıdan takdire şayandı. Sayın Cumhurbaşkanı’nın yerinde tavsiyeleriyle de şekillendiği anlaşılan açıklamada, “özeleştiri”den ve “diyalog”dan bahis vardı.
Bu, doğru çizgidir. Elzem çizgidir. Sayın Başbakan da, Türkiye’ye dönüşüyle birlikte, benzer bir ton kullanmalı, “öteki yüzde elli”de kendisine karşı oluşan tepkiyi dindirecek adımlar atmalıdır.
Hatta Taksim Projesi konusunda gerekirse “geri adım” da atmalı, muhalefetten ve sivil toplumdan gelen makul itiraz ve önerilere göre proje revize edilmelidir.
Çünkü “geri adım atmak” illa kötü bir şey değildir.
Ha, konu hak ve özgürlükler olduğunda geri adım atılmaz tabii. Adaletten, hakikatten bir santim bile feda edilmez.
“Siz başörtülüler ikinci sınıf insansınız, üniversiteye giremez, Çankaya’ya çıkamazsınız” dediklerinde hiç geri adım atılmaz mesela.
AK Parti, bu ilkesel noktalarda geri adım atmadığı, “dik durduğu” için güvenimizi, desteğimizi kazanmıştır zaten.
Ama siyasetin her meselesi böyle mutlak değerlerle ilgili değildir ki...
Eğer önünüzde şöyle tartışmalar varsa:
“Yol şurdan mı geçsin, burdan mı?”
“Burası park mı olsun, kışla mı?”
“Köprünün adı Yavuz mu olsun, Mevlana mı?”
Ve bu konularda alelacele aldığınız kararlar birilerinin damarına basmış, onları rencide edip öfkelendirmişse...
Elbette “geri adım” atabilirsiniz. Hatta atmalısınız. Böyle yapmakla değerlerinize ihanet etmiş olmaz, aksine onları daha iyi temsil etmiş olursunuz.
Çünkü “benim değerlerim”den taviz vermemek erdem iken, “benim dediğim”den taviz vermemek, erdem değildir. Belki lüzumsuz inattır.
Katılımcı demokrasi
Benzer şekilde, seçilmiş bir iktidarın, kendisine oy vermemiş olanların da kimi taleplerini dinlemesi ve hayata geçirmesi, “vesayete boyun eğmek” değildir, bizde bazen sanıldığının aksine.
Aksine, “katılımcı demokrasi”dir ki, “ileri demokrasi” denen şeyin asıl manası odur zaten.
Nitekim Sayın Arınç da dün “katılımcı demokrasi” vurgusu yaptı. Demokrasinin sadece “çoğunlukçu” olmadığının altını çizmiş oldu.
Tekrar ediyorum, elzem çizgi budur. Hem ilkesel olarak gereklidir, hem memleketi sarsan gerilimin düşürülmesi için.
Ve Türkiye’ye bunca hizmeti olmuş, halen de olan, bugüne dek nice sarp dağları ve derin vadileri aşmış AK Parti iktidarının bir “park”a saplanmayıp yola devam edebilmesi için.