Alman sinemasının dünya çapında yıldızı Hanna Schygulla, birlikte büyük başarılara imza attıkları ünlü yönetmenler Fassbinder’ı, Ferreri’yi ve sinemaya bakışını STAR pazar’a anlattı.
55. Selanik Film Festivali sinemanın hakiki divalarından birine, Hanna Schygulla’ya Onur Ödülü verdi. Rainer Werner Fassbinder’in esin perisi ve yoldaşı, Marco Ferreri’nin ve başka birçok önemli yönetmenin gözdesi olmuş; oyunculuğu kadar sesiyle de sanatseverleri büyüleyen, militan ruhunu ve fiziksel doğallığını koruyarak bugün de zirvede duran Schygulla ile söyleşi yapma fırsatını kaçırmadık. Erden Kıral’ın Mavi Sürgün ve Fatih Akın’ın Yaşamın Kıyısında filmlerinde de oynayan divaya kariyerinin özel anlarını sorduk.
-Kariyerinizin en keyifli, en mutlu ya da gururlu olduğunuz anları desek...
Maria Braun’un Evliliği’ni çekerken mutluydum. Dört yıl ara vermiştik. Fassbinder ile aramda yeni bir enerji oluştuğunu hissettim. Tabii filmin başarısından da mutluluk duydum. Beni birçok ülkeye tanıttı. Birden bire elimde birçok kapıyı açabilecek bir anahtar buldum. Marco Ferreri ile film çektiğimde de çok mutlu oldum.
-Cannes’da size en iyi kadın oyuncu ödülü (Storia da Piera) kazandırdı...
Ondan öte bir şeydi, ödül bir tür tescildi. Bana ilk teklif getirdiğinde reddettim. Lili Marleen’i çektiğimiz stüdyoya gelmişti. Kendini sözle pek de iyi ifade edebilen biri değildi. Bana gelip ‘Hayvanları sever misiniz?’ diye sordu. Ben de ‘Duruma göre’ dedim. Elime senaryoyu tutuşturdu, ‘Okuyun, sizi ararım’ dedi. Çok tuhaftı; yılanlarla yaşayan bir kadın, hepsi üzerinde sürünüyor... Hiç bana göre değil! Aradı ‘Oynayacak mısınız?’ diye sordu, ‘Hayır’ diye cevap verdim. Konu kapandı. Ama yeniden geldi bana! Oysa, çoğu zaman yönetmenler reddedildiklerinde alınırlar, gururları kırılır... İkinci gelişinde çok yalın bir metin getirdi. Madem bu kadar yalın, bir araya gelip üzerinde konuşalım. Mesela dört ay sonra, benim şu işlerim var, sizin şu şu işleriniz var, Mayıs’ın 10’unda buluşalım dedim. Rastgele bir tarihti. Ama 10 Mayıs’ta Fassbinder öldü! Telefonlaştık, ‘Sizinle görüşemem’ dedim, ‘Zaten gelemezdim, çok üzgünüm, ne büyük bir kayıp’ dedi. İçtenliğini hissettim. Daha sonra görüşmeye başladık. Her seferinde birbirimizi gördüğümüze çok memnun olurduk. Bir sabah, makyajdan önce odama geldi, ben hazırlanırken etrafta dolandı, yüzüme dokundu ‘Unutma, yüzünde sonsuzluğu görmeliyim’ dedi. Tek bir cümleydi ama çok işe yaradı!
BABAM HİTLER’E ‘İYİ LİDER’ DERDİ
-Bir role hazırlanmak için herhangi bir yönteminiz var mı?
Genellikle rollerime hazırlanmam. Tek hazırlık yaptığım rol Lili Marleen idi. O döneme dair ne belge buldumsa hatmettim, gerçekten zor oldu ama bunu yapmam gerektiğini hissettim çünkü Alman tarihinden bir yapraktı. Karakterim yarı işbirlikçi yarı direnişçi idi. Şizofrenik bir karakterdi. O dönemde Almanya’daki çoğu kişi için geçerli bir durumdu. Babamın Hitler’in ülke için iyi bir lider olduğunu, istihdam sağladığını düşündüğünü hatırlıyorum ama BBC dinlerdi! Yasaktı, rejime inanmadığınızın simgesiydi. Gerçekten hazırlandığım tek rol budur. Diğer roller için daha çok bilinçaltı bir hazırlık evresi olabilir. Bir şey yapmaya başlar başlamaz, her gördüğümü onunla ilişkilendiririm. Her yerde işaretler görürüm ama not bile almam. Filmde önce bedenim tepki vermeli çünkü beden dili esastır.
-Perdede de kamera arkasında da inanılmaz bir kendine güvenle yapıyorsunuz deneysel çalışmaları...
Deneyseli seviyorum, bu bir macera...
Yaşamın Kıyısında filminde Nurgül Yeşilçay ile oynayan Hanna Schygulla, deneysel çalışmaları seviyor.
Fatih Akın’dan çok umutluydum
-Peki sinema için bir ışık görüyor musunuz? Geçmişte sizin ve Fassbinder’in de içinde bulunduğunuz sinemacı grupları, toplumun önünde giderdi, artık öyle değil korkarım.
Fatih Akın’dan çok umutluydum. Onda bazı şeyleri altüst edecek bir enerji vardı. Ama şimdi bilemiyorum... Birçok tehdit aldığını duydum. (Kesik’ten söz ediyor) Çok iyi niyetliydi oysa... Değişim gelirse gençlikten gelecek. Hayatlarının günbatımındakilerden umut yok artık. Tabii bazılarının deniz feneri gibi yol göstermesi mümkün. Empört Euch/ Öfkelenin! kitabını yazan Stephane Hessel gibi. Gençler, parlamentonun önünde kamp kurmaya, günlerce orada kalmaya başladı... Occupy Hareketi’nin babası.