Bu tür durumlarda bir ‘gereklilik’ vardır. Esasen, birazdan geleceğim ‘lince uğrama endişesi’ndendir bu; önce duruma nasıl ciddi, insani ve adil baktığınızı kanıtlamak zorundasınız. Ve bunu her sözünüzün başında belirtmelisiniz de!
Bundan kaçamayacağım;
Facianın ilk günü, “Kadere de inanıyoruz, kazaya da... Ama sorumluluğa da... Ana-babaları, eşleri ve yetimlerini bize emanet bıraktılar; hesaplarını sormayı da...” demiştim; ertesi gün Soma’ya gittiğimde sorumluluk makamlarını işaret eden yazımı yazmıştım: “Patron, sendika, devlet...”
Burada birden fazla sorumluluk var.
Öncelik işverenin, yöneticilerin, kontrol ve iş güvenliğinden sorumlu olanların elbette.
Sonra, işçiyi patronun ve yöneticilerin insafına bırakmamak amacıyla kurulan ‘sendika’nın...
Ve her iki sorumluyu denetleme yetkisi bulunan resmi kurumların...
Sorular yalın, cevaplar gelmeye başladı bile.
- Savcılık ‘kömür yanması’ diyor, kurtulan işçiler ‘sıcak kömür çıkarıyorduk’... Yani yanma başla
mış ama gaz ölçerler ya hiç yok ya da ölçmesi gereken yerde değil!
- Sürekli gizli yangın olan ocakta acil çıkış planı yok!
- İlk anda kurtarma yapabilecek ekip, tehlike anında sığınılabilecek ‘yaşam odası’ yok!
- Şirkette insan kaynakları müdürü var ama yer altında kaç kişi olduğunu bilmiyor!
- Çalışma Bakanlığı ‘ocak denetlendi’ diyor; ama bunlardan haberi yok!
- Ocakta örgütlü Maden İş Sendikası var; ama 6 gündür ortada yok!
***
Çok kazanma hırsı;
Umursamazlık;
Sahip çıkmama;
Denetim eksikliği...
Faciadaki ihmaller tek tek beliriyor.
Bunu ilk günden itibaren ‘yandaş’ yazarlar, gazeteciler yazdı, söyledi.
Ama bir şey daha eklediler; “Bir durun, hayatta kalanlar kurtarılsın, ölüler çıkarılsın. Bir susun, insanlar kayıplarına ağlasın.”
Ama birilerinin gözleri kararmıştı; iki kez başaramadıkları ‘linç’i bu kez başarabilirlerdi!
Evlatlarını, eşlerini, babalarını kaybetmişlerin gözyaşlarını kalemlerine ‘linç mürekkebi’ yapanlara, “Bakın ne kadar adil ve yansızım, iktidara da çakıyorum” sığlığıyla yan mahalleden aferin bekleyenler eklendi.
O karanlıkta, hedef alınacak en son kişiye, madencilerle birlikte can kurtarırken, ailelerine doğru bilgileri sağlamaya çalışan Enerji Bakanı Taner Yıldız’a saldırdılar.
Onun ve madencilerin önceliği ‘rakamlar’ değil, sağ kalanları kurtarmak, şehitleri çıkarmaktı... O yüzden 8,5 saat sonra sağ kurtarılabildi bazı işçiler.
Maden yetkilileri ‘içeride kaç işçi var’ sorusuna çelişkili cevaplar verdi, o, korku içindeki yürekleri daha fazla yakmamak için ‘kesinleştirdiklerini’ açıkladı.
Ama gözünü ‘rakam’ bürümüşler ‘Bakan saklıyor, ölü madencileri gizliyorlar’ diyebildiler. ‘Aileleri de mi vicdansız ki buna göz mü yumuyor’ denilince de lafı çevirip kimsenin aramayacağı bir kitle buldular; ‘Suriyeli kaçak işçiler vardı, onları betona gömdüler’ diyecek kadar alçaldılar.
Bakan’ın “Burada hepimizin canı var. İhmali olan varsa gözünün yaşına bakmayız, ben dahil” resti bile gözlerindeki kin perdesini aralayamadı.
Hemen bugün, madenciler ve aileleriyle anket yapsınlar, ‘Taner Yıldız’ı sorsunlar.
Alacakları cevabı biliyorlar, yapamazlar...
Bugün işverenin ihmalleri, işçinin verdiği parayla kurulan sendikanın duyarsızlığı ortaya çıkarken, denetim eksikliği sorgulanırken hala aynı ‘linç’ psikozu sürüyor.
Yönetmen Nuri Bilge Ceylan, önceki gün Hürriyet’teki röportajında bu linç kültürünün ‘özür’ kültürünü oluşmasını nasıl önlediğini gayet iyi anlatıyor: “Bizim kültürde insanlar kendilerini kandırmaya biraz fazla meyilli. Kimse suçu üstlenmiyor. Twitter bile başkalarını suçlamanın bir arenası haline geldi. Bu meziyet değil. Japonya’da bir olayın sorumluluğunu üstlenip istifa eden adam direkt olarak suçlanabilecek durumda değildir belki ama sorumluluğun kendisine ait paydası bunu yapmasına yetiyor. Öğrenmemiz gereken bu.
Bizim halk zayıflığı sevmiyor. ... İtiraf kültürü gelişse, bunları söylediğimiz zaman takdir görebileceğimizi düşünsek bunları açığa çıkaracağız. Yükten kurtulacağız. O zaman politikacı da özür dilemek için adeta fırsat kollayacak belki. Takdir göreceğini düşünecek. Ama bugün düşünmüyor, çünkü özür dilediği anda işini bitirecekler.”
Başka söze gerek yok...