Dün Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Fransa Cumhurbaşkanı Francois Hollande Paris’te bir basın toplantısı düzenledi.
Kuşkusuz özellikle Suriye konusunda iki liderin neler söyleyeceği merak ediliyordu. Ancak olup biteni takip eden açısından sürpriz bir açıklama olmadı. Aksine, tüm dünya bir kez daha kimin nerede durduğunu görmüş oldu.
Hepimiz net olarak biliyoruz. Türkiye’nin tercihini başından itibaren ‘Yeni Suriye’ oldu. Ancak ABD ve Fransa’nın başını çektiği blok, elini taşın altına koymak bir yana, Suriye sorununu Rusya’ya havale edince işlerin seyri değişti. ABD-Fransa bloğu, üstelik tarihsel anlamda Suriye konusundaki bakış açıları ve tecrübeleri son derece farklı olsa bile, ne rejimin değişmesi, ne de yerine nasıl bir dengenin oluşacağı konusunda adım attı. Sonuç ortada. Yakıp yıkılan Suriye ve yüzbinlerce insanın yok olan hayatı.
Fransız modeli laiklik üzerinden başlayacak bir tartışma bizi yaklaşık yüzyıl öncesine ve bir bakıma karmaşık ‘modernleşme’ hikayemize götürür. Nitekim Suriye krizinin daha ilk günlerinden itibaren, Şam’daki rejimi ‘laik’ karakteri üzerinden savunan CHP’nin ve ona eşlik eden çevrelerin, Fransız modeliyle zihinsel akrabalığını da hatırlayalım.
Fransa, son derece zayıf bir sesle Suriye rejimini eleştirirken, bu ülkede manda yönetimi döneminde oluşturduğu kültürel etkinliği ve yatırımları koruma telaşında oldu hep.
Savaşın en hararetli zamanlarında bile Fransız tarafı, Esad devrilirse yerine yine ‘laik’ temelli bir iktidar nasıl oluşabilir arayışı içinde oldu. Hatta o dönemde böyle bir modeli kurabilmek için Suriye eski devlet başkan yardımcısı Abdülhalim Haddam’ı öne çıkarmaya gayret etti; ancak sonuç alamadı.
İşte bu cümle anahtar gibi adeta ve Fransa’nın son dönemdeki duruşunun özeti sanki. Suriye gibi hayli etkin olduğu bir ülkede bile ne dediği, ne yaptığı ve ne yapacağı kestirilemeyen, önemli ölçüde de ciddiye alınmayan bir politika izledi.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın, dün Paris’te Mısır’daki darbe yönetiminden ve Muhammed Mursi’ye yönelik haksız uygulamalardan söz etmesi tesadüf değil. Ankara, her zeminde Suriye ya da Mısır örneklerindeki çarpıklığı tüm açıklığı ile dünyanın yüzüne çarpıyor. Dengeler, farklı güçlerin etkinliği Türkiye’nin bu konudaki haklılığını değiştirmiyor.
Fransa, Suriye’de kendisiyle bir şekilde akraba saydığı rejimin yıkılmasından ve yerine bir Müslüman Kardeşler iktidarı gelmesinden duyduğu endişeyle hareket etti. O nedenle Suriye muhalefeti konusundaki çabaları, Paris’te şekillendirmeye çalıştığı oluşumlar hep başarısız oldu.
Türkiye, yeni Suriye iktidarının, yakın geçmişin temsil sorunlarından uzak biçimde şekillenmesini istedi. Kelimenin tam anlamıyla yalnız bırakıldı. Şimdi Kobani adı altında oluşan kriz üzerinden köşeye sıkıştırılmak isteniyor.
Güçler dengesi aleyhimizde şekillendi, Rusya bu konuda ciddi ölçüde ipleri eline aldı. Bunların hepsi gerçek. Ancak ‘hakikat’ bundan farklı. Suriye’de milyonlarca insanı yok sayan insanlık dışı bir rejim, Washington-Paris göz yumması ve Moskova-Tahran işbirliği ile ayakta duruyor.
Bunu anlamak için ‘gerçek’le ‘hakikat’ arasındaki farkı bilmeniz gerekiyor. Tabi sözlüklerinizde karşılığı varsa.