Üstad Necip Fazı, gençliğe dair aksiyonunu "hamurkârlık" olarak isimlendirmiştir. Hamur bildiğimiz üzere, unlu mamullerin yapımı sırasındaki un, su, maya, tuz gibi unsurların karışımına deniyor. Temel madde ve olmazsa olmaz undur; o ne kalitede ise hamur da o kalitededir. Hamurkâr demek ise kap içinde bu terkipleri yani un ile beraber yanına katılanları yoğuran kişi demektir. Sanatkâr, sanatçı kişi demek gibi. Hamur ve hamurkâr kelimeleri Büyük Doğu dilinde çokça rastlanan benzetme ifadeleridir: "Vecd ve aşk hamurunun kıvamı", 'Öz mayamızda eritme, öz hamurumuza sindirme dâvası" vb.
Üstad 'Beklenen Zuhur' isimli geleceğe seslendiği hitabesinde, gençlik yoğuruculuğu bahsinde şöyle der: "Benim ve hamurunda parmak izlerim bulanan yepyeni ve dipdiri mukaddesatçı Türk Gençliği..."
Bugün Türkiye'de hemen her şuur sahibinin hamurunda doğrudan yahud dolaylı bir şekilde Necip Fazıl'ın parmak izleri vardır. Ruh hamurkârlığı elbette sadece Necip Fazıl'a mahsus değildir, başta tasavvuf ve sanat ehli olmak üzere toplumları olumlu mânâda etkileyebilenler, ruhları hikmetle gıdalandıranlar hamurkârdırlar. Necip Fazıl'ın farkı şu ki, o bu hamurkârlığı, cemiyet meydanında fikir ve aksiyon planında ve en büyüğüyle yapmıştır.
Üstad'ın Büyük Doğu ideoloji örgüsü, tüm dünyayı hedef almakta birlikle bilhassa aydın İslâm gençliğine seslenen bir örgüdür. Doğrudan İslâm gençliğini, bilhassa Anadolu gençliğini muhatap almaktadır. Necip Fazıl, istediği kaliteyi Anadolu gençliğinin taşıdığını, Büyük Doğu'nun mayasına en layık unun bu gençlik, yoğrulacağı teknenin de Anadolu olacağına inanmıştır.
Yeni rejim şartlarında İslâmî ruh köküne bağlı kalmak, fırtınaya karşı yürümek, yokuş aşağı akan nehirde yukarıya doğru kulaç atmak demek olacaktı. Hükûmet zıtlarının elinde, eğitim zıtlarının elinde, medya zıtlarının elindedir. İslâm ve Müslümanlar camilerde mahpustur. Müslümanlara vebâlı gibi muâmele ediliyor ve maalesef bir müddet sonra Müslümanlar da kendilerini vebalı zannetmeye başlayacak, özgüvenini yitirecek, İslâm'ını yaşamaya çalışsa dahi saklayacaktır. Anadolu ruhu izbelere ve kuytulara tıkılmıştır.
1942'den itibaren, ilerleyen yıllarda hadiseler gerek Necip Fazıl'a gerekse de gençliğe çok şeyler dayattı. Bu gençliğin bir kısmını çeşitli hayat gâileleri, bir kısmını ise kendi lüpçülükleri ve kolaycılıkları yuttu. Büyük Doğu ile alakaları sadece "laf dostluğu" seviyesinde kaldı. Bunlara rağmen o, ilk günkü aşk, vecd ve heyecanından hiçbir şey kaybetmemecesine 'ümit mihrakı' olarak gördüğü gençliğe seslenmekten, onların hususi hayatlarından fikir dünyalarına kadar Şark'la Garb'ın özlediği örnek olmaları için hizmet etmekten hiçbir gün geri kalmadı. Gençliğin en bariz vasfı olan dinamizma yani taarruz Necip Fazıl'ın baş alâmet-i fârikalarındandı. Yaşadığı onca şeye, bilhassa Müslüman geçinenlerin anlayışsızlıklarına ve ihanetlerine rağmen yılgınlığa düşmemiş, taarruzdan vazgeçmemiş, bir köşeye çekilmemiş, dâima ümitvar olmuş ve bu ümidi daima gençlik ile paylaşmıştır.
Mâlûm seçim sürecine girdik ve hesaplar gençler üzerinden yapılıyor. Yalnız gençlere hep maddi vaadlerde bulunuluyor. Gençliğin ruh hamurunu karacak fikri ve mânevî unsurların konuşulmasının sırası geldi de geçiyor. İnşaallah önümüzdeki hafta kitabevi raflarında yerini alacak yeni kitabım "Büyük Doğu Gençliğinin Vasıfları"nda gençliğin ruh hamurunu karacak fikri ve mânevî unsurları Üstad Necip Fazıl Kısakürek'in eserlerinden göstermeye çalıştım. Kitapta kuru bir gençlik pohpohlayıcılığı değil gençliğe ve yetiştiricilerine memuriyetlerini hatırlatıcı bir usul izledim. Gençliği, Üstad'ın "Yaran kabuk tutmasın her an deş tazelensin" dediği seviyeye çıkarmadan cemiyet olarak kurtuluşumuz yok!