27 Mayıs, 28 Şubat, 27 Nisan birbirinin takipçisi süreçlerdir. Araya giren 12 Mart ve 12 Eylül darbelerinden farklıdırlar. Medyanın açıktan, sınırsız destek verdiği; oyun kurucu olarak bir parçası olduğu, doğrudan rol aldığı darbe ve darbe girişimleri 27 Mayıs, 28 Şubat ve 27 Nisan’dır. Hepsi de tek partinin çok partililiğe yani, “millet iradesi”nin tecelli ediş biçimine karşı darbedir. Toplumun bir kesimi diğer kesiminin kıyılmasına seyirci olmuştur.
27 Mayıs 1960’da askere “gel” diyenlerin bazıları 28 Şubat 1997’ye ve hatta 27 Nisan 2007’ye alkış tutmak bahtiyarlığına bile erişmişlerdir!
27 Mayıs 1960’da büyük bir halk desteğine sahip Menderes’e, 28 Şubat 1997’de halk desteği giderek artan Erbakan ve siyasi hareketine darbe yapılmıştır.
Bu iki darbe, 12 Mart ve 12 Eylül gibi ülkenin ve siyasetin tamamına değil sadece bir bölümüne özel yapılmıştır.
27 Nisan 2007’de ise Balyoz, Sarıkız, Ayışığı gibi başarısız darbe planlarının ardından bu kez Cumhurbaşkanlığı seçimine yönelik bir teşebbüsle yine yüksek halk desteğine sahip Erdoğan’a karşı girişimde bulunuldu.
Bugün... Gezi Parkı’nda derdi çevre olanlar değil ama Gezi Parkı eylemlerine destek verenler, sosyolojik olarak 27 Mayıs, 28 Şubat ve 27 Nisan’ın alkışlayıcıları ve onların çocuklarıdır. Aynı gelenek aynı hedefe bir kez daha yönelmiştir.
CHP’den başlayarak sırayla hep aynı partiler, aynı gazeteler, aynı dernekler, aynı gazeteciler, aynı akademisyenler ve takipçileri hem 27 Mayıs’ı, hem 28 Şubat’ı alkışlamışlarsa; hem de 27 Nisan bildirisinin ne kadar gerekli olduğunu anlatan çarşaf çarşaf yazılar döktürmüşlerse bugün “Ama Gezi Parkı’nı anlamak lazım” palavrasını kimseye yutturamazlar. Gezi Parkı’ndan onların ne anladığını, anladık.
Öncekileri unutsak da 27 Nisan’ı bari hatırlayalım... O gece televizyonlarda beklenen devrimin geldiğini, askerin artık idareye el koymak üzere olduğunu nasıl anlatıyorlardı hatırlayalım. Tıpkı bugün Gezi Parkı’nın etrafına çöreklenen eski moda örgütler iki polis aracı yaktığında “devrim göz kırptı” diye nara attıkları gibi.
Aynı gelenek... Menderes’ten Erdoğan’a aynı öfke, aynı organizasyon ve aynı sloganlar... Menderes’e diktatör demişlerdi, Erdoğan’a da her umutsuzluk anında bu yaftayı yapıştırıyorlar. Tek parti geleneğinden “diktatörlük”ten başka siyasi miras kalmadığı için, bütün iktidarların başka türlü olamayacağını zannediyorlar. Kendileri yüzde 50’den çok daha az destekle memleketi öyle idare etmişlerdi; başkasının başka türlü davranamayacağını düşünüyorlar.
Gezi Parkı’ndaki gençleri anlamak için dikkatleri oraya çekenler, sayıları bütün eylemcilerin belki yüzde 10’una bile ulaşmayan bu gençler üzerinden büyük bir karartmaya doğru ilerliyorlar. Gezi Parkı eylemleri denilen olgu gençlerin değil, onlar etrafında ihtiyarlar ve fikren ihtiyar olanların ördüğü kozadır.
Beyaz yakalı, iyi kazanan, bugüne kadar başkalarının (Kürtler, azınlıklar, başörtülüler, köylüler, işçiler vb) dertleriyle hiç ilgilendiğine tanık olmadığımız Gezi Parkı ahalisi üzerinden siyasal olgu arayanlar, 27 Mayıs’ta üreyen geleneği perdeliyorlar.
2006 yılında bu ülkede yüzbinler Cumhuriyet mitingleriyle meydanlara çıktılar. Onları harekete geçiren olay başörtüsü bahanesiyle yapıldığı iddia edilen Danıştay cinayetiydi. Milyonlar, bu yalana inanıp yürüdüler. Medya o gün, sokaktaki insanı Danıştay hakiminin bir başörtüsü fanatiği tarafından, ülkeyi şeriata sürüklemek amacıyla öldürüldüğüne inandırdı. O hakimin bizzat kendi sınıfından darbeci ekiplerin planıyla öldürüldüğü sonradan anlaşıldı.
“Gezi Parkı ahalisi”nin sınıfsal karakteri nasıl Cumhuriyet mitingleri kitlesinin kopyasıysa, bugün iktidarı hedef alan siyaset de o mitinglerin sönmüş rüzgarını umutsuzca estirmeye çalışmaktan ibarettir.
Birbirinden farklı birçok görüş bir araya geliyorsa bu bir halk hareketine değil, geç kalmış devrim arzularının mühendisliğine tekabül eder.
Şiddete kutsallık atfederek sayıları belli olmayan bir nüvenin “apolitik” olduklarını iddia edenler gerçeği karartıyorlar. Apolitik değiller anti-politikler... Siyasete inançsızlıkları, ilgisizliklerinden değil sandıktan umutlarını kesmiş olmalarından geliyor.
Çıplak gözle görüneni ve tarihsel akışı ıskalayanlar siyasal ve sosyal analizin ucunu “bilerek” kaçırıyorlar. 27 Mayıs’ın, 28 Şubat’ın, 27 Nisan’ın medyası, akademisi, sermayesi ve partileri de aynıdır, sokaktaki kitlesi de... O medya, o partiler, o sermaye ve o akademi şimdi aynı yerde, sokaktaki insan da aynı insan... Ayıp birşeymiş gibi bu silsileyi gizleyenleri anlamak mümkün değil.
Gezi Parkı’nı anlamak lazım diyenler haklı... Evet, anlamak lazım, karartmak değil.