18-24 Mart haftası meğer "yaşlılara saygı haftası" imiş.
Doğrusu böyle bir hafta olduğunun bile farkında değildim ben.
Belli ki yaşlılarımızın, yaşlanmaktan dolayı ortaya çıkan durumların, sağlık sorunlarının ve esasen yaşlılık mefhumunun farkında olalım, üzerine düşünüp taşınalım, biraz da çalışalım diye ilan edilmiş.
Çok da isabetli olmuş.
Gerçi ben haftadan haberdar olmasam da durumun gayet şuurundayım.
Gözümün nuru kıymetli annemin devam eden hastalığı ve aile büyüklerimizden Ahmet Amcam ile Remzi Dayımın peş peşe vefatları dolayısıyla bir süredir yaşlılar evreninde yaşıyor sayılırım.
Yaşlanmak, malum bedensel hareketleri yavaşlatıyor ama çok da çalkantılı bir yer öte yandan orası.
Hayatın kıyısı.
Gel-gitleri fazla.
Hayatla ölüm, umutla kabulleniş, istekle vazgeçiş hızla yer değiştiriyor orada.
Çok kırılgan. Yorucu ve yıpratıcı.
**
Yapılan nüfus araştırmaları Türkiye'nin gittikçe yaşlanan bir ülke olduğunu gösteriyor.
İki boyutu var bunun. Bir boyutunda azalan doğurganlık oranı var. Diğer boyutta ise uzayan yaşam süreleri. İlki üzücü, diğeri sevindirici iki gelişme.
Türkiye İstatistik Kurumu verilerine göre 2020 yılında Türkiye'de 1 milyon 112 bin 859 bebek doğdu.
Nüfusumuz böylece 83 milyon 384 bini aşarak 235 ülke arasında 19. oldu.
Lakin doğurganlık hızı hızla düşüyor.
2001'de 2,38 çocuk olan oran 2020 yılında 1,76 çocuğa geriledi.
Türkiye'deki doğurganlığın nüfusun yenilenme düzeyi olan 2,10'un altında kalması demek bu. İki kişinin yerine iki kişi koyamamak demek.
Bu nedenle Cumhurbaşkanı Erdoğan evliliği ve en az üç çocuk sahibi olmayı hem tavsiye ediyor hem teşviklerle destekliyor epeydir.
**
Yaşlı nüfusumuz ise bebek oranının tersine artıyor.
TÜİK'in 2021 yılı çalışmasına göre 2016'da 6 milyon 651 bin olan 65 yaş ve üzeri nüfus, son 5 yılda yüzde 24 artarak 8 milyon 245 bin 124 kişi olmuş.
Yaşlı nüfusun nüfus içindeki oranı yüzde 8,3'den 2021'de yüzde 9,7'ye çıkmış.
Gelecek projeksiyonlarına göre yaşlı nüfus oranı 2025'te yüzde 11, 2030'da yüzde 13, 2060'ta yüzde 22 ve 2080'de yüzde 25 olacak.
Tıptaki gelişme, iyi beslenme, sağlık hizmetlerine kolay ulaşım gibi faktörler sayesinde Türkiye'de yaşam süreleri artıyor. Haliyle yaşlı nüfusumuz da artıyor.
**
Peki Türkiye olarak biz buna hazır mıyız?
Sağlık sektörü, sigorta sistemi, hizmet sektörü, YÖK, akademi, ilgili kurumlar, şehir planlamacıları, mimarlar, aileler hazır mı...? Kişiler olarak biz hazır mıyız?
Sanki değiliz. Fiziki ve ruhi açıdan pek çok farklı ihtiyaç ortaya çıkıyor bu yeni durumda. Altında kalmamak için kolları sıvamamız şart.
Özellikle de alzhemir, demans gibi hafızayı etkileyen ve tedavisi olmayan, hastalığın ancak yavaşlatılabildiği hastalıkların arttığından bahsedilirken.
Covid-19'un demans ihtimalini artırdığı yönünde makaleler yayınlanırken.
O yüzden sağlık personeli gibi yaşlı bakım profesyonellerinin yetişmesi için de YÖK şimdiden gerekli planlamaları yapmalı.
Yaşlılarımıza hem hürmet, hem hizmet edecek yeni nesil hasta bakıcılar, hamiyetli merhametli gençler yetiştirmeliyiz mutlaka.
Yaşlılarımızı mümkün olduğunca kendi evlerinde, ailelerinin yanında bakım hizmeti verebilmek hedefimiz olmalı.
Aynı anda hem çok haşin, hem çok kırılgan olabiliyor çünkü yaşlılar. Artık işe yaramadığını, istenmediğini, kolayca ihmal edildiğini ya da gözden çıkarıldığını düşünmesini engelleyecek fikirler bulmalıyız.
Huzur evleri, bakım evleri kuşkusuz önemli bir ihtiyacı karşılıyor, devlet bu alanda önemli ve olumlu bir dönüşüme de imza attı ama mevcut işleyiş yaşlının toplumdan ve ailesinden izole edilmesi üzerine kurulu ne yazık ki.
Bu değişmeli.
**
Mümkün olduğunca evinde, ailesiyle beraber kalması sağlanmalı yaşlıların.
Bunun için "büyük aile dostu" binalar tasarlanmalı. Özellikle de trafiğin ömür törpülediği büyük şehirlerde.
Aynı katta 3+1, 4+1 dairelerin yanında 1+1 daireler de olmalı ki insanlar yaşlanan anne babalarıyla kapı komşusu olabilsin. Bebekken çocukken anne babalar çocuklarına nasıl kol kanat gerdi ise çocuklarının da elleri anne babalarının üstünde olabilsin. İhtiyaç halinde ya da hayatın normal akışı içinde sabah akşam onları görebilsin, ihtiyaçlarını gidersin, hal hatır sorup gönül alsın.
Çok mu zor?
Oysa kolaylaştırmak ve mümkün kılabilmek lazım.
Hatta aynı avluyu paylaşan evler gibi 3+1 ve 1+1 daireler de ortak büyük bir balkona sahip olsa mesela. Dedelerle anneannelerin torunlarla, annelerin kızlarla buluşma mekanı olsa... Çiçeklerle bezeli o balkonlarda eğleşse büyük aileler...
Fiziken ve ruhen kaybettiğimiz ve fakat özlediğimiz, ihtiyacımız olan şeyleri bu sıkışık kalabalık şehirlerde, şu sevimsiz dikey mimaride bile yapmak mümkün aslında.
Bakım evleri için de geçerli bu. Bakımevleri yaşlıların hem sağlık ve bakım hizmeti alabileceği hem sosyalleşebileceği hem de evi olarak yerleşebileceği 1+1 / 2+1 yarı özerk dairelerden oluşan siteler şeklinde tasarlanabilir, benden söylemesi.