PKK’nın silahsızlanmasının ilk gündeme geldiği günlerde, Suriye’de de iç savaş yoğunlaşmış, PYD unsuru devreye girmiş, PKK’nın -Türkiye’den çekilse bile- silahlı varlığının oraya intikali söz konusu olmuş, bu arada Aysel Tuğluk “yeni konjonktür”ün bölgedeki tüm Kürt varlığı için yeni imkanlar açtığını yazmıştı.
Hendekler, özyönetimler, barikatlar bu sürecin içinde oluştu.
Ve en son DTK kongresi, Demirtaş’ın da paylaşımı ile Kandil ekseninde buluşmuş oldu. Bu çıkışın Öcalan’a yönelik bir empoze anlamı taşıdığında da kuşku yok.
Gelinen noktanın stratejik anlamını Cemil Bayık’ın Le Monde gazetesine yaptığı açıklama en net ifadelerle ortaya koyuyor. Şöyle ki:
“Yakında Türkiye’deki Kürt kentlerine ek savaşçılar gönderme hakkını saklı tutuyoruz. Mevcut durumda silahlı mücadeleye son vermek için hiçbir neden yok. Aksine gelecek aylarda iç savaş Türkiye’de ağırlaşacak. Bu durum herkesin kendi çıkarlarını sürdürdüğü ve hiç kimsenin bölgeden dışlanamayacağı bölgesel bir savaş ortamında yaşanıyor. Türkiye, İran ve Suriye’deki gelişmeler tek ve aynı çatışmadan çıkıyor. Ortadoğu bu savaş sonucunda yeni bir çağa girecek. Kürdistan Ortadoğu’nun merkezinde, Türkiye, Suriye, Irak ve İran’ın arasındadır. Bu nedenle biz mevcut bölgesel savaşın kalbinin Kürdistan olduğunu ve bu savaşın yeni bir duruma dönüşene kadar yoğunlaşacağını düşünüyoruz.”
Gelinen durumun öncelikle HDP eksenli Kürt siyaseti adına “Ya herru ya merru” cinsinden bir “gemileri yakma” olayı olduğunu tespit etmeliyiz.
Böyle bir tavrın intihar diye yorumlanması da mümkün, büyük oyun diye yorumlanması da.
Bu da ancak bölgedeki konjonktürün ne olduğu, sürecin nasıl gelişeceği, Kandil’in yaptığı konjonktür değerlendirmesinin hangi verilere dayandığı, bölgedeki küresel güçlerin nerede durduğu, nasıl bir Ortadoğu geleceğini öngördüğü ve Türkiye’nin her türlü riske karşı kendini korumaya muktedir olup olamayacağı sorularının doğru cevaplandırılması ile mümkün.
Körfez krizi içine giren Irak’tan Amerika’nın da ebeliği ile bir Kürt yönetimi doğdu. Halen Irak’ın bütünlüğünden ayrılmayan bir yapı Kürt yönetimi. Ancak bağımsızlığı da saklı tutuyor. Türkiye, bir süre kendisini de olumsuz etkiler düşüncesiyle mesafe koydu Kürt yönetimine, ancak zamanla bu tavır değişti ve şimdi, bölgede, en iyi ilişkiler Türkiye ile Kürt yönetimi arasında dense yeri. Öyle ki bir diğer “Kürt hareketi” olan PKK Türkiye için sorun olduğu kadar Kürt yönetimi için de sorun. Belki de Kürt yönetimi, yine o konjonktür sebebiyle uzun vadede bölgeyi PKK’ya kaptıracağı endişesini yaşıyor.
Böyle bir kaygının arkasında Suriye’de PKK’nın ürünü olan PYD’ye küresel odaklar tarafından alan açılması olabilir. Irak krizinden Kuzey Irak Kürt yönetimi doğdu ise Suriye krizinden de “PKK güdümünde Kuzey Suriye Kürt yönetimi”nin doğması muhtemeldir.
Suriye’de doğan bir Kürt yönetiminin, biraz kaygı uyandırsa da uzun vadede tıpkı Kuzey Irak’ta olduğu gibi kabul edilebilir hale gelmesi söz konusu olabilir mi? Bu soru üzerinde duruluyor. Ancak bu soru asıl savaşını Türkiye üzerinde sürdüren ve PYD’yi kontrol eden PKK’dan bağımsız cevaplanamayacağı için, bir dakika soluklanıp PKK’nın Türkiye hesabına bakmak gerekiyor. Cemil Bayık’ın deklare ettiği hesap ise gözünü kapamayanlar için çok açık.
Burada belki asıl okunması gereken şey, mesela “Demirtaş’a Washington’da, Brüksel’de ve Moskova’da ne dendiği”dir. Ya da Cemil Bayık’ı umutlandıran şeyin hangi vaatlere dayandığıdır. Yani ortada bir kendi kendine gelin güvey oluş, kendi kendini dolduruş mu söz konusu yoksa “Siz yola çıkın, artık zamanınız geldi” gibi bir vaat mi?
Bunların hepsi mümkün. Belli ki bölgede taşlar yerinden oynadı, yeniden dizayn söz konusu ve bunu da küresel güçler yapmak istiyor. Kuraldır, küresel güçler bu işleri bölgesel aktörler kullanarak yaparlar. O aktörleri buldukları da ayan beyan görülüyor.
Türkiye için sınav, Kürtleri kucaklayarak, emperyalist hesapların bölge halkları üzerinden devreye sokulmasına izin vermeyerek bu tuzağı aşmak. Aşılır mı, elbette.