İslam alimleri "İnsan, Kur'an ve Evren aynı yasalara (sünnetullaha) tabidir" diyorlar. Bu demektir ki üçünü anlamanın yolu birdir.
Kur'an ayetlerinin gece, gündüz, seferde, hazarda, savaşta, barışta... inişine bizzat tanıklık etmiş bazı sahabenin yıllar sonra bir münasebetle herhangi bir ayeti duyduklarında veya okuduklarında ilk defa duyuyorlarmış, okuyorlarmış gibi hayretler içinde kaldıklarına dair rivayetleri duymuşsunuzdur.
Aynı şekilde evrenin bir parçası olan yeryüzünün herhangi bir yerinde şimdiye kadar kimsenin bilmediği bir enerji kaynağının, adını sanını duymadığı bir maden yatağının insanlığın imkanları geliştiği ve teknolojik olarak hazır olduğu bir dönemde aniden keşfedildiğine her zaman şahit olabiliyoruz.
Geçenlerde memlekete gittiğimde yıllardır gördüğüm, yaşadığım, duyduğum aşiret kültürüne dair iki olayı hayatımda ilk defa görüyormuşum gibi hayretler içinde seyrettim.
Misafir olduğum köyde bir adam yardım topluyordu. Bazı evlerden bir, bazısından iki koyun aldığı oluyordu. Misafiri olduğum akrabama "bu adam koyun tüccarı mı?" diye sordum. "Hayır, bu adam falanca aşirete mensuptur. Bir akrabaları adam öldürmüş. Melalar, büyükler araya girip barış sağladılar. Bu adam da bizim köydeki akrabalarından karşı tarafa ödenecek kan bedelini (diyet) topluyor." dedi. Bu yoksul insanları sırf aşiretlerine mensup olduğu için belki de hiç tanımadıkları bir adamın işlediği cinayete karşılık bu fedakarlığı yapmaya iten güç nedir dedim!
Akşam köyde düğün vardı. Gecenin yarısını geçmişti. Birden müzik sustu, halay durdu. Havaya doğru ateş kusan namlular kınlarına çekildi. Takı merasimi var dediler. Para verenler, bilezik, çeyrek, yarım, tam altın takanlar ve bir cazgır gibi bunların adını, takısının miktarını ve türünü anons eden bir adam. Kenarda durup bu cömertlik gösterisini sonuna kadar izledim. Hangi güçtür bu, imkanları alabildiğine kısıtlı olan bu insanları bu şekilde cömert olmaya zorluyor demekten kendimi alamadım.
Bir gün sonraydı. Van Gölü'nün sahilinde bir kayanın üzerine oturmuş bu iki olayı düşünüyordum. İnsanlık, aileden aşirete, oradan millete, ümmete ve en sonunda insanlık bütününe akan sosyal kümelerin her biri aracılığıyla farkında olmadan, hatta tamamen başka amaçlara yönelik olarak kendini aşmayı, başkası için yaşamayı, başkasına malını, canını feda etmeyi, diğerkâm olmayı öğreniyor dedim. Birinde (kan davasında) şan şöhret, yiğitlik, öbüründe (düğün) cömertlik gösterisi bu davranışı çekici kılıyor sadece. Başka hiçbir güç bir insanı bir başkası için ölmeye veya sınırlı ekonomik imkanlarına rağmen büyük bir maddi fedakarlıkta bulunmaya sevk edemezdi yoksa.
İslam öncesi Arap toplumu da Kürtler gibi aşiret düzeyinde örgütlenmişti. Tıpkı Kürt aşiretleri gibi Arap aşiretleri de akrabaları, aşiretlerinin mensupları için maddi ve manevi anlamda kendilerini feda etmeleriyle veya aşiretlerinin namı yürüsün diye akıl almaz cömertlik gösterileriyle övünürlerdi.
İslam, hitap ettiği toplumun bu iptidai kurumlarını değerlendirilmesi gereken "maden"ler olarak ele aldı. Nitekim Peygamberimiz "ben insanları madenler gibi buldum" buyurmuştur. Bu demektir ki aşiret toplumunda hoyratça harcanan, asıl hedefinden, amacından saptırılan kurumlar ve yiğitlik, cömertlik gibi özünde erdemli ama cahiliyede akıl dışı bir gösterişe dönüşen davranışlar İslam toplumunda asıl mecralarına doğru akıtılmış ve değer üretici hale getirilmiştir. Mekke'de sabahlara kadar içip içip naralar eşliğinde insanları taciz eden şiddete meyilli nice sahabenin, Müslüman olduktan sonra nasıl birer adalet savaşçısı kahraman komutana dönüştüklerini biliyorsunuzdur.
Şu halde geleceğin erdemli toplumu, aşiret, gelenek gibi amacından saptırılmış, yine Allah'ın adının çokça anılmasına karşın iç ve dış etkenlerden dolayı değer üreticiliğini önemli ölçüde yitirmiş, hatta değerlerinin çoğunu unutmuş tarikat ve cemaatlerin, mezhep ve ilmi ekollerin rahimlerinde barındırdıkları tohumlardan yeşerecektir.
Batı medeniyetinin elimize tutuşturduğu "modernlik" tırpanıyla geleceğimizin nüvelerini kendi ellerimizle biçmemeliyiz.