Bahar merhaba demiş olsa da kış nazlanarak bizi terk etmek istemiyor. Baharın zamanından çalmaya çalışıyor, şehrin soluğunu kesiyor. Hava soğuk ve karlı, randevu mahalline kar nedeniyle, tedbir gereği bir iki saat erken geldim. Beklerken kar yağışını temaşa edebileceğim bir çayhaneyi gözüme kestirdim ve cam kenarına oturdum.
Hafta içi olmasına rağmen kar ve soğuk nedeniyle nerdeyse masaların üçte ikisi dolu.
İlk dikkatimi çeken gençlerin yoğunlukta olduğuydu. Vakti değerlendirmek adına çantamdan kitabımı çıkardım. Çayımı yudumlayıp kitabımı okumaya başlamadan önce gençlerin yüksek sesli sohbetleri dikkatimi çekti ve kulak kabarttım.
Konuşulan ve anlatılanları, dert edinilmiş meseleleri anlamaya çalıştım.
Çok kötümser olmamak gerekiyor farkındayım lakin kulak misafiri olduğum sohbetin konularına bakarsak düşüncelerimin anlamsız olmadığı kanaatindeyim.
İslam'la alakası kalmamış, nötrleşmiş bir genç kuşak ardımızdan geliyor.
Futbol, müzik, sosyal medya ve mevcut kültür algılayışı gençliğimizi haz ve gösteriş arayışının zirvesine çıkarmış durumda.
Gördüğü ve duyduğu "sembolik, kültürel ve dinsel refleksin haricinde" egoizmin, cinsiyetin ve hassasiyetin laçkalığı farkında olmaksızın gençliğimizin özgüvenini kıvrandırıyor.
Elimdeki kitaba yoğunlaşmaya çalıştım.
1600-1700'lü yıllardaki İslam Coğrafyasının kültürel haritasını anlatan bir konuyu okuyorum. Tevafuk diye gülümsedim ve okuma iştahım kabardı.
Ecdadımızın ilme, kitaba, okuma-öğrenmeye duydukları arzuyu, kütüphanelerindeki kitap ve ciltlerin sayısını, devletlerin İslam'ı sembolik olarak değil içselleştirilmiş bir yaşam biçimi olarak taşıdıklarını ve coğrafyanın inanç şeklini okuyorum.
Endülüs kültürü, Bağdat ilmiyeleri, Hindistan araştırmaları ve çalışmaları...
Yüzlerce binlerce kilometrelik muhtelif yolların; ilim öğrenmek, imanı teyakkuzda tutabilmenin gereği olan "fikre" sahip olabilmek için aşıldığı yolculukların yolcusu olan gençleri okuyorum.
Çok değil üç yüz yıl öncesinin gençliğini anlatan bir kitap. Mukayese olarak çayımı yudumladığım mekândaki gençliğimizin durumunu resmetmeye yardımcı oldu.
İslam'la bağlantısı pamuk ipliği gibi kalmış bir genç neslin mukayesesi.
Üç yüz yıl öncesi dedik. Yani geçmiş bir tarihten bahsediyorum.
Aynı anda gelecek olan bir tarihten ve geleceğin geçmişindeki yapı taşlarından bahsediyorum.
Gençliğimizin bu refleksi ve nötr duruşuyla, İslam'ın gelecekte nasıl bir tarihi olabilir?
İdealleri yerine hayalleri ve rüyaları olan bir gençliğe kulak misafiri oldum.
Bu ülke toplumunun gençliği sadece hayaller ve rüyalar üzerine planlar yapıyorsa ülkemizin ekonomisinin büyüklüğünün ehemmiyeti kalır mı?
Masalarda gençliğimizin diline pelesenk olmuş ağırlık konular; tiktok videoları, moda, futbol, aşk ve biraz siyaset!
Her birisinin kendi mecrasında fanatizm ruhu yüceltilmiş durumda!
Politize olmuş, hamaset duygularıyla devlet kurup devlet yıkan gençliğimiz!
Mahremiyeti hayatından tamamen silmiş başörtülü genç kız ve genç erkek, aşkı hazza çevirmiş duyguların zirvesinde el ele, yan yana!
Kanının dahi tuttuğu takımın forma renklerinden akmasını hayal edebilen yuvarlak zihinli gençliğimiz!
İslamsız bir Türkiye gençliği sadece birilerinin masasında meze olarak kalır.
Gözlerimi kapatıp geleceği hayal ettim.
2300'lü tarihler... Elimize aldık bir kitap ve okumaya başladık. 2020'li yılları anlatıyor.
Ben yukarıdakileri yazabildim, hadi siz de geri kalanı tamamlayın gelecekteki tarihimizin gençliğini!
Bunlar yakıcı, kavurucu gerçekler!
Gençlerimizin mevcut durumunu ıskalamadan gerekli önlemleri almalıyız.
Almalıyız çünkü ıskaladığımız gençliğimizin geleceğinin Müslümanlıkla alakası ve ilişkisi kalmamış olacak!
İslam geçmişimiz olduğu gibi geleceğimiz de olacaktır!
Kar yağdığında şehrin soluğu kesilir.
Konforlu hayatı kısıtlar ve insanı zaman tüneline alır.
Ve kar der ki: Ey insan! Zincirlerini kır ve kar tanesi kadar temiz olan ruhuna dön!