2015 yılındaki seçimler öncesinde Türkiye’nin birbiriyle doğrudan ilgili ve neredeyse yakın gelecek kurgusunun omurgasını oluşturan gündem başlıkları var.
Çözüm süreci, sağından solundan ne kadar çekiştirilse ve özellikle de bizzat önemli aktörleri eliyle sabote edilse de, kararlılıkla yürünmesi gereken bir zorlu yol olarak önümüzde duruyor. Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun Polonya gezisi dönüşünde ortaya koyduğu çerçevenin birkaç önemli boyutu var.
Birincisi, dünyada hiçbir devlet kamu güvenliğini bir kenara bırakarak sorunlarla mücadele etmez. Bu sınırları aşıp, toplumun huzurunu kaçıracak şiddet eylemlerini ellerinde bir güç olarak tutmak isteyenlerin bunu anlaması gerekiyor. İkincisi, PKK/HDP hattındaki aktörlerin, çözüm sürecini kendilerini merkeze alan bir yaklaşımla yönetmeye kalkışmaları kabul edilemez. Çünkü bu konu artık bir hükümet politikası değil, çok sayıda aktörle ve geniş alanda ele alınan, istişare edilen bir devlet politikası olarak görülmeli. Üçüncüsü, siyasetin meşru sınırları dahilinde hareket ettiği sürece herkesin bu sürece olumlu katkısı olacaktır. Bu alanda büyük iddialara sahip olan HDP’nin bu meşruiyet sınırına özen göstermesi son derece önemli.
Süreç devam ederken, özellikle de hassas görüşmeler sonrasında ısrarla kamuoyunu farklı tartışmaların içine çekmek isteyenler sahne alıyor. Başbakan yardımcısı Yalçın Akdoğan, HDP heyetiyle görüşme yaptıktan sonra yine aynı oyunu izledik. Toplumun sinir uçlarına dokunarak, süreci başka mecralara çekmek isteyenlerin özerklik ve genel af gibi başlıkları öne sürmesi tesadüf değil. Yalçın Akdoğan, sosyal medya hesabından yaptığı açıklamada ‘HDP’lilerle görüşmede sürecin genel değerlendirmesi yapılmış; özerklik, genel af, İmralı’nın taslağı gibi konular kesinlikle konuşulmamıştır’ diyerek bu arayışlara net bir cevap verdi.
Akdoğan’ın aynı açıklamadaki birkaç cümlesinin daha altını çizelim: ‘Süreçte farklı görüşler, teklifler ve düşünceler olsa da önemli olan sürecin üzerinde yürüyeceği temel zemin ve anlaşılan çerçevedir. AK Parti iktidarı toplumun kabulünü, rızasını, güvenini ve desteğini rehber edinen anlayışla süreci sonuna ulaştıracaktır.’
Çözümle ilgili atılan adımlar, aynı zamanda Türkiye’nin bölgesel gücünü, duruşunu ve yeni oyun kurgusunu da belirleyecek. Kimbilir kaç kez yazılıp söylendi; bir daha vurgulayalım. Türkiye, sadece kendi siyasi sınırları içinde değil, yakın coğrafyasında barışın tesis ve devamından sorumlu bir güç olarak ayakta kalabilir. Bu tabloda en yakın ve kolay ittifak kurulacak topluluk Kürtler. Yakın geçmişin anlamsız tartışmaları, ayrıntıları ve yapay gündemleri üzerinden bu alanda yapılacak her konuşma, bizi barıştan ve hak ettiğimiz güçlü ülkeden uzaklaştıracaktır.
Çözüm sürecinin pek çok özelliği dışında öğretici yanları üzerinde de durmak gerekiyor bir parça. Siyasi sınırlarımız ve ötesinde yaşayan Kürtlerin, yakın gelecekle ilgili kimlerle ve nasıl bir tasavvurla hareket edeceği, Kürt siyasi hareketinin toplamdaki tecrübesini, ayrılıkçı ve terör merkezli yaklaşımlara feda edip edemeyeceği noktasında artık bir karar vermesi gerekiyor.
Şiddet ve terörle arasına son derece bilinçli bir tercihle mesafe koymayan bir anlayışın, güçlü ve ortak bir gelecek parantezinde yer alması sözkonusu olamaz.
Karar vakti. Önümüzde sahici, samimi ve ortak bir zemin var. Şantaj ve iki yüzlü yaklaşımlarla masada oturmak, sadece zaman kaybetmek. Türkiye’nin kaybedecek bir dakikası bile yok. Bunu devletin anlayıp harekete geçmesi güzel; kimilerinin hala şiddet kartını masada tutarak aymazlığa devam etmesi akıllara ziyan.