Başbakan Recep Tayyip Erdoğan beklendiği gibi Ak Parti’nin cumhurbaşkanı adayı oldu. 1 Temmuz Salı günü yapılan toplantının dikkat çeken tarafları vardı. Duygusal kısımları ağır basan bir konuşmaydı. Eskiler sohbete Besmele, hamdele ve salvele ile başlarlardı. Başbakan belli ki konuşmasına biz duymasak da Besmele ile başladı. Allaha hamdettiği bölüm etkileyiciydi
Konuşmanın bu duygusal tarafıyla birlikte cumhurbaşkanlığı manifestosu mahiyetinde olan tarafına da bakalım.
Başbakan, siyaseti niçin ve kimler için yaptığını anlattı. “Tüm unutulmuşlar, tüm terk edilmişler, kimliği, kültürü, hakları, özgürlükleri elinden alınmışlar için siyaset yaptık” derken çok önemli bir noktaya daha işaret ediyordu: “Siyasi mücadelenin ‘ben’ ile değil, ‘biz’ ile yapılacağına gönülden inandım.”
Özgüven, Başbakan Erdoğan’ın konuşmasında önemli bir vurgu olarak yer aldı. “Biz başı dik bir Türkiye hayal ettik. Özgüveni yüksek bir Türkiye hayal ettik” derken ezilen ve aşağılanan kitlelerin sesi gibiydi. Şu ifadeler de aynı duygular içinde dile geldi: “200 yıldır özgüveni hırpalanan, hem içeriden-hem dışarıdan iteklenen, tartaklanan ve yağmalanan bir Türkiye’den kendi ayakları üzerinde duran, bölgesinde ve dünyada ben de varım diyerek iddia sahibi olan bir Türkiye hayal ettik. Bu ülkenin gençlerine özgüven aşıladık.”Tayyip Erdoğan’ın konuşmasında geleceğe ait bölümler önemli bir yer tuttu. “Ekonomiyi büyütmek, demokrasiyi daha ileri standartlara kavuşturmak, Avrupa Birliği’ne tam üye olmak, kardeşliği yüceltmek için çok daha fazla çalışacağız” sözlerinde birbiriyle yakından ilişkili üç unsur gözüküyor. Demokrasi, AB ve çözüm süreci. Elbette bunların sonucu olarak da ekonomik büyüme. Bu sütunlarda 11 Mayıs 2014’de yazdığımız gibi (http://haber.stargazete.com/yazar/gelecegi-gormek/yazi-881634), Türkiye, petrol ve doğal gaz gibi geniş doğal kaynaklara sahip değil. Ekonomiyi sürdürülebilir kıvamda tutmak için yüklü miktarda döviz girdisine duyulan ihtiyaç açık. Bunun da ancak hukuken öngörülebilir bir ülkede mümkün olduğunun bilincindedir Tayyip Erdoğan. Bu sebeple de demokrasi, AB ve çözüm sürecine vurgu yapmaktadır.
Çözüm sürecinin hem bölge hem bütün Türkiye için ne kadar önemli olduğu açık değil mi? Şimdiye kadar enerjimizi tüketen bu işin bir çözüme bağlanması ancak sağlam bir irade ile mümkün. Siyasetin rolü de burada işte. Yeri geldiği zaman risk almayı bilmek bu bakımdan önemli. Bugünlerde TBMM’de görüşülmekte olan çözüme yönelik tasarıişte bu sağlam iradenin bir yansıması...
Başbakan Erdoğan’ın üstünde durduğu bir başka husus paralel devlet yapılanmasıyla mücadeleye dairdi. “Bu kirli yapıyı hukuk içinde tamamıyla ve hızlıca tasfiye edeceğiz” diyerek kararlılığını ortaya koydu.
Ak Parti, Erdoğan sonrasında nasıl bir yapılanmaya gidecek? Bu soruya cevap bulmak zor. Her şeyden önce Ak Parti teşkilatları ve seçmeni, karizmatik bir liderle büyüdü. Böyle bir alışkanlığı var. Yine karizmatik bir lider arayacak. 2015 seçiminde halkın önüne çıkıp Ak Partiye oy isteyecek ve kitlelerin ‘işte benim başbakanım’ diye elini sıkmak için korumalara meydan okuyacağı bir lidere duyulan ihtiyacı göz ardı edemeyiz. İşin ilginç bir yanı da insanımızda zaten mevcut olan bu alışkanlığı Ak Parti camiasında pekiştirenin bizzat Tayyip Erdoğan olması... Aslında Tayyip Bey “bu teşkilat içinde dava sancağını canı bilip en yüksek burçlara doğru göğsünü siper ederek gidecek nice kahramanlar olduğuna ben yürekten inanıyorum” derken kendisinin bu kadroya liderlik yaptığını tevazuundan dile getirmiyor gibiydi.
“Siyasi hayatım boyunca vazifeye talip olanlardan değil vazife verilmesini bekleyenlerden oldum, tek başına hareket edenler değil birlikte yürüyenlerden oldum” derken de aynı tevazu içindeydi, zira kendisinin liderlik karizmasının katkısını hepimiz biliyoruz. Siyasal cazibeye sahip ve Türkiye ve Dünyayı iyi kavramış, Ak Parti kadrolarının yabancısı olmayan, kolayca kabul görecek bir liderle Ak Parti idealleri çok daha kolay hayata geçmez mi? Tayyip Erdoğan’ı hem Cumhurbaşkanı, hem Genel Başkan, hem Başbakan olarak görmek isteyenlerin bu söylemi en başta O’na haksızlık. Üstelik bu söylem bir sistem kurmaya yönelik değil, sadece kişiye yönelik. Üç işi de yapar söyleminin hukuki çerçevesi ve anayasal alt yapısı yok. Başkanlık sistemine geçmedik ki... Onunla her an işbirliği içinde olmak başka, olmadık işleri Tayyip Erdoğan’dan bekleyerek yıpranmasına yol açabilecek bir tavır takınmak başka...
Derli toplu, iyi tasarlanmış bir toplantıydı. ‘Ak Parti’yi kurarken beraber yola çıktığı arkadaşlarını anmayı bir başka toplantıya mı bıraktı Tayyip Bey’ diye akıllardan geçmedi değil.
Türkiye’nin Ak Parti yönetim ve anlayışına ihtiyacı var.