(Genel çerçeve)
Bu çağda yaşanan gelişmeler, insan hakları fikrine dair inancı biraz sarsıyor olsa da halen itibar gören bir paradigma olduğunu kabul etmek durumundayız. Özellikle yaşanan soykırıma sessiz kalınması, soykırımcının alkışlanması, buna dair gösterilerin engellenmesi gibi hususları yaşayan dünya, kavramın ve uygulamasının kişiye ve zamana göre değişebileceği gerçeğini, insan haklarının siciline işledi. Bu itirazlarımıza ek bazı yeni tartışmalar da var bu konuda. Şimdilerdeki tartışma, insan hakları sisteminin sadece bugün yani bu çağda yaşayanların haklarının korunması şeklinde tatbik edilmesine dair getirilen eleştiri. Şimdilerde akademik alanda hak kavramının çağlar ve nesiller aşan bir boyutu olduğu konuşuluyor. Henüz başlayan bu tartışmaya değinmek istiyorum bugün.
HAKLARIN SERÜVENİ
İnsan hakları, tüm insanların "sadece insan olmakla sahip olduğu" temel hak ve özgürlükleri içerir. Bu kritere göre insan; ırk, ulus, etnik köken, dış görünüş, din, dil ve cinsiyet bağlamında farklı bir muameleye tabi tutulamaz. Hakları kullanmakta herkes eşittir. Modern anlamda insan hakları hukuku; İngiliz Yurttaş Hakları Beyannamesi, Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ve Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi, Virginia Haklar Beyannamesi gibi bir dizi belgeden beslenerek doğar. Yirminci yüzyıla gelindiğinde, bu kavram beraberinde kurumları doğurur ve tüm dünyayı kapsayacak metinlere dönüşür: BM ve Evrensel Beyanname... Yakın zamana geldiğimizde ise insan hakları fikri, devletleri yargılarken kullanılan metinler olarak ulusal üstü bir nitelik kazanmıştır.
HAK KUŞAKLARI
Geçirdiği serüvene ve "zamanın ruhuna" uygun biçimde evrilen insan hakları ilk aşamada "kişisel ve siyasal" haklar çerçevesine yoğunlaşır (birinci kuşak haklar). Bu kuşak hakların temel motivasyonu "özgürlük" olarak ifade edilebilir. Yaşam, adil yargılanma, din ve vicdan hürriyeti, siyasi hakları kullanma özgürlüğü bu kuşak içinde yer alır.
Bir sonraki evrede yaşanan sanayi devriminin etkisi vardır. Ve artık tartışma "çalışma ve iş" alanında yoğunlaşır. Çalışma hakkı, sendikal haklar, sosyal güvenlik, sağlık hakkı, öğrenim, konut hakkı gibi kavramları bu evrede konuşmaya başlarız.
Dünya gelişir ve savaşsız bir evreye geçer, ülkelerin birbiri ile olan münasebeti artar, seyahat ve iş imkanları çoğalır ve bu atmosfer üçüncü kuşak hakları diye tabir ettiğimiz "dayanışma" haklarını ortaya çıkarır. Çevre, barış, kişisel gelişim gibi ileri düzey tartışmaları yapmaya başlarız. Bu kuşak hakların etkileri halen cari tartışmalar üretmektedir.
İnternet birçok konuda olduğu gibi haklar konusunda da bir milattır. Yaşanan teknolojik devrim yeni tartışmaları, bu tartışmalarda dördüncü kuşak hakları doğurmuş ve serüvenin başladığı andaki genel tartışmaları daha küçük ölçekte ele almayı gerektirmiştir. Kentli hakları, yapay zeka, insan klonlama, sürdürülebilirlik, ekosistem vb kavramları bu kuşak haklara dairdir.
BEŞİNCİ KUŞAK TARTIŞMA...
Belirttiğimiz ve "somut tartışmalar" içeren haklar disiplini, "doğacak nesli" hiç gündeme almamıştır. Düşünmüş olabilir ama normatif düzenlemelere bu fikir yerleşmiş değildir. Ancak bu bir ihtiyaçtır. Ve bu gereklilik -belki de beşinci kuşak hakların temel dinamiği olacak- "gelecek kuşakların hakları" kavramını tartışmaya açmıştır. Bu konuda BM ile birlikte bir çalışma yapan Maastricht Üniversitesince belirlenen prensipler üzerinden meseleye daha geniş bakma imkânımız var. Bir süre sonra, mahkemelerin bile karar verirken dikkate almak zorunda kalacağı uluslararası sözleşmelere veya ulusal üstü metinlere dönüşecek bu ilkeleri şimdiden tartışmaya açmak gerekiyor sanırım. Maastricht İlkeleri "gelecek nesillerin sesi" olmak için hazırlanmış bir metin. Dünyanın gördüğü salgın ve son dönemdeki savaşlar, iklim krizi gibi marjinal meseleler ve bu meselelerin tam olarak çözülememesinin getirdiği sorunlar, bu kriterlerin belirlenmesine temel motivasyon kaynağı olmuş durumda... (devam edecek)