Türkiye’nin yakın çevresi ve komşuları giderek daha karmaşık hale geliyor. Suriye’deki süregiden kaotik ortamın bölünmeye varma ihtimali artıyor, pamuk ipliğine bağlı Irak’taki yapı geleceğe yönelik öngörü yapmayı imkansız hale getiriyor. İran’da “gelenekselciler” ile “modernistler” arasındaki siyasi rekabet için için devam ediyor. Ukrayna fiilen ikiye bölünmüş durumda ve büyük bir iç savaş yaşanıyor. Gürcistan ve Ermenistan’da “Rusya yanlıları” ile “Batı yanlıları” arasındaki gerilim parlamentoların dışına taşmış durumda, devletlerarası savaş hali de bir gelişme olmadan devam ediyor.
İstikrarsızlık, iç savaş ve hatta devletlerarası savaş yaşanan hemen her yerde ortak özellikler bulunduğunu söylemek mümkün. Örneklerin tümünde ülkeye hakim olabilmeyi başarmış bir merkezi yönetim bulunmuyor, halklar devletlerine güvenmiyor. Örneklerin hepsinde siyasete taşınması engellenmiş, hakları ve özgürlükleri gasp edilmiş halklar ve topluluklar bulunuyor. Tüm örnekler tarihsel olarak ABD ile Rusya arasına sıkışmış ülkeler.
Sonuçta, Mısır’dan Yemen’e, Afganistan’dan Kosova’ya kadar çok geniş bir coğrafya, bir kaç istikrar adacığı dışında “geleceği belirsiz” bölge olarak ortaya çıkıyor.
***
Söz konusu belirsizliğin “Batı” dünyasında da izleri bulunuyor, tabi şimdilik farklı biçimlerde. ABD’de muhafazakar sağ eğilim güçleniyor, “siyahi öldüren polisler” nedeniyle yapılan eylemler, toplumsal ayrışmaların hala ne denli köklü izleri olduğunu gösteriyor.
Paris’teki terör olayları, Almanya ve Belçika’ya kadar uzanan başka bir tür “siyah-beyaz” ayırımını ortaya koyuyor. Irkçılar ve milliyetçiler bir yanda safları sıkıştırırken özgürlük, adalet, eşitlik ve demokrasi vurgusu yapanlar “sol” şemsiyeler altında toplanıyor.
Yunanistan’da aktivist “sol” iktidara taşınırken İtalya’da solcular ile milliyetçi sağcıların sokak gösterileri giderek daha geniş katılımlı hale geliyor. Tıpkı Latin Amerika ülkelerindeki gibi, gençler, dernekler, sendikalar ve hatta siyasi partiler yaşadıkları koşullardan olan memnuniyetsizliklerini sokaklarda dile getiriyorlar. Birçoğunda gösteriler sağa sola zarar veren gruplara yapılan polisiye müdahaleyle sonlanıyor, bir yanda sağcı-solcu gösteriler öte yanda güvenlik güçleri cadde ve meydanları dolduruyor.
Avrupa’nın güneyinde “sol” güçlenirken, kuzeyindeki sağ eğilimler de giderek daha muhafazakar bir çizgide güçlerini topluyorlar.
***
Bu örneklerin hemen hepsinde de ortak bazı noktalar var. Sağ-sol ayırımının keskinleştiği her yerde ciddi bir ekonomik kriz yaşanıyor. “Sol”un güçlendiği yerler, ekonomik krizin esas mağdurları. Buralarda “yönetim zaafları” bulunuyor ve bu ülkelerin hemen tümü küresel düzeydeki hareket imkanlarını yitirmiş durumdalar. Sol’un güçlendiği Avrupa ülkeleri büyük ölçüde Almanya mağduru; ABD karşıtı ve Rusya şüphelisi. Hepsinde bir önceki iktidarların hataları ve zaaflarının izleri bulunuyor.
Avrupa dışı bölgelerde geleceğini yitiren halklar, kendi geleceklerini kendi başlarına inşa etmeye yönelip, kendileri için öngördükleri bir alanda özerk siyasi yapılar kurmaya çabalıyor; bunu yaparken de ya etnik yapılarına ya da inançlarına sarılıyor, bunların içinden radikalleşiyorlar. Avrupa’daki geleceğini yitirenler ise merkezi iktidarı değiştirmeye yöneliyor ve ideolojiler içinden radikalleşiyorlar.
Ancak neresinden bakılırsa bakılırsın, anlaşılan o ki dünyanın her yerinde zengin-fakir, siyah-beyaz, yerli-yabancı, ona inanan-buna inanan, ondan olan-bundan olan arasındaki makas büyüyor. Bu makası daraltamayan yerlerde daha çok çatışma yaşanacağı şimdiden öngörülebilir.