Ülkemizin geleceği hakkında iki farklı görüş var. Birincisi kurduğumuz devletin mukaddes olduğu ve bunu yapısını bozmadan geliştireceğimiz tarzında. Bu görüş kuruluşumuzdan beri var olan CHP’nin politik yönünü temsil ediyor. Diğer görüş dünyadaki dengelerin yeniden kurulduğu ve bu değişimin ülkemizi ciddi biçimde etkileyeceği tarzındadır. Geçmişte de ülkemizin geleceği hakkında farklı görüşler vardı ve bu görüş AB üyeliğini istememiz ve bu konuda biraz destek biraz da engel oluşmasıydı. Türkiye’nin geleceği hakkında etkili görüş bu üyelik hakkındaydı. Ancak Doğu blokundan Komünizmin terk edilmesi sonrası bazı ülkeler bu birliğe üye oldular ama en eski başvuru sahibi olan ülkemiz kapıda kaldı.
1970’li yıllarda son Osmanlı Sadrazamı olan kişinin oğlu hem hocamdı hem de onunla ülke meselelerini konuşurduk. Ayrıca fakültenin dekanıydı ve bazı bürokratik olayları çözerdi. Ben onun güvendiği bir kişiydim. Mesela o zaman üniversiteye giriş sınavlarını biz yapardık ve soruların gizliliğinin sağlanması hem de basılmasından ben sorumluydum. Bu arada onunla geleceğe ait Türkiye’nin meselelerini de konuşurduk, ben AB’ye üye olmaya karşıydım çünkü bu üyeliğin kimliğimizi kaybetmemize neden olacağını düşünüyordum. O ise üyeliğimizin iyi olacağını ve yapının en güçlü parçası olarak onu bizim yöneteceğimizi düşünüyordu. Bu birbirine zıt iki görüştü ama ülkemizin yapısını farklı düşünüyorduk. Ben o güne kadarki bütün eğitimimde yapımızın kazanıldığını ve görevimizin bunu korumak olduğunu düşünüyordum. O ise güçlü bir ülkenin küçülmesinin bir hata olduğunu ve bu hatanın savaşla değil barış içinde, bir ölçüde olsun, düzelebileceğini düşünüyordu.
***
Bir pazar günü bir görüşme için kapısını çaldığımda, oğlu kapıyı açıp babalarını kaybettiğini söyledi. Bu benim için büyük bir kayıptı. Hem saygı duyduğum ve hem de sevdiğim birini ve her konuda düşüncelerimi paylaştığım bir büyüğümü kaybetmiş olmanın üzüntüsünü yaşadım. Ama ülkemizin geleceğini var olan yapıda değerlendirirken bir hata yapabileceğimi de düşünüyordum. Son zamanlarda yıllar önce konuştuğumuz, ülkemizin konumunun değişebileceği düşüncesi yeniden ve daha güçlü olarak düşünmeme neden oldu.
AK Parti’den önceki yıllarda dünya üzerindeki konumumuz büyük güçler tarafından çözülmesi gereken bir sorun sayılırken biz yine içeride aynı sorunu tartıştık ve bu sorunların dünyadaki gelişmelerin bir yansıması olduğunu düşünmedik. Mesela bu konudaki en ilginç davranış, Demirel AB üyeliğine karşı iken Başbakan Çiller’in gümrük birliğine katılması oldu. Bu durum kararlarımızın alınmasında dış etkilerin gözardı edilmemesi gerektiğinin delili miydi? Her başbakan böyle bir karar alabilecek yetkiye sahipti ve herhangi kanunsuzluk da söz konusu değildi. Ancak Türkiye’de yetkili bir mevkiye gelmek bilinmeyen ama sonradan görünen ve kabul edilen bir süreçti.
Bunlara bakınca ülkemizde siyasetin; geleceğe yönelik beklentileri de hesaba katarak yapılmadığını, güncel olaylarla siyasetine yön verildiğini görüyorum. Bu ülkede siyaseti belirleyen bir derin devlet olmadığını bilakis, adına paralel yapı denilen ve yaptıkları var olanı devirmekten ibaret olan kuruluşların ortaya çıktığını farkediyorum. Oysa demokratik yoldan ülke yönetimine gelen iktidarlara, doğru sayılan rolü belirlemek için, dünya çapında siyasi araştırma ve değerlendirmeler yapan ve bu konularda bilgilerini aktaran, akiller topluluğunun varlığının iyi olacağını düşünüyorum.